Zamanın bereketi


Bizim çocukluğumuz 1970lerin Türkiye’sinde geçti. Biz memur olan babamızın bizleri okutabilmek için vazife yaptığı başkent Ankara’da kömür sobasının etrafında ısınmaya çalışarak geçiriyorduk kış aylarını. Yazları gittiğimiz Kayseri Bünyan’daki köyümüzde ise elektrik yoktu seksenlere kadar. Gerçi Ankara’da da çok sık elektrik kesilirdi ama en azından elektrik şebekesi vardı. Telefon mahallede bir kaç evde olurdu. Dükkanların bile pek çoğunda telefon olmazdı. 

Dedemlerin zamanında radyo yayınları başlamış ve gazetenin ulaşamadığı yerler için önemli bir iletişim ve eğlence aracı olmuş. Yetmişli yıllarda ise televizyon hayatımıza girdi. Siyah beyaz, tüplü, uzaktan kumandası olmayan, sadece tek bir kanalı(TRT) olan, öyle ki televizyon cihazının üzerindeki diğer kanal tuşlarının ne işe yaradığını bilmediğimiz, evlerin baş köşesine konulan, üzerine danteller örtülen, bazen de vazo konulan bir cihazdı. Akşama doğru İstiklâl Marşı ile yayına başlamasını herkesin sabırsızlıkla beklediği televizyonda önce yayın akışı özetlenir, sonra çizgi film, haberler, bazen bir yarışma, bazen bir eğlence veya yerli ya da yabancı bir film ve yine yayın bitince Anıtkabir’de bir askerî kıtanın bayrak çekme merasimi ile İstiklâl Marşı çalınırdı. Sonunda da ekranda “televizyonunuzu kapatmayı unutmayınız” uyarısı dakikalarca ekranda kalırdı. 


Babamların nesli ahir ömürlerinde renkli televizyon ve çok kanallı yayınlar ile tüm gün, 24 saat yayını da gördüler. 


Gelelim bizim nesle. Siyah beyaz televizyon ile başlayan iletişim teknolojileri ve cihazları ile münasebetimiz doksanlarda başlayan, ikibinlerde yaygınlaşan cep telefonu ve internet ağı ile bugünkü yapay zeka teknolojisine kadar geldik. Bizim nesil derken kısmen 1950 ve çoğunlukla da 1960lı yıllarda doğanları kastediyorum. Bu nesil sobalı sınıflarda gerçekten adı gibi kara olan ve üzerine tebeşirle yazılan karatahtada ders işleyen , tek tip siyah önlüğü ile okula giden, erkeklerin saçları üç numara traşlı, kızların kurdele ile bağlanmamış olursa okula alınmayan bir nesildi. 


Televizyon bizim neslin iletişimden öte ana eğlence aracı olmuştu. Cumartesi ve pazar günleri gündüz yayınlarında bol bol eğlence ve yarışma programları ile yerli ve yabancı filmler diziler gittikçe çoğaldı. Tek kanal olduğu zamanlarda heyecanla takip edilen diziler ve hafta sonları yayınlanan filmlerdeki replikler herkesin hafta boyunca neredeyse birinci gündemi oluyordu. Fakat o yıllarda yayınlar akşam en geç 23 civarında bitiyordu. Böylece o meşhur bayrak merasimi herkes için yatma saatine de işaret ediyordu. Televizyonu olmayan aileler birbirlerine program izlemek için gitmişlerse onların da kalkma vakti gelmiş demekti yayın bitince. 


Böylece teknoloji günlük hayatımızın içine girdi ve bütün ailelerin, hatta toplumun gündelik yaşamını domine eder oldu. 


Gelelim günümüze. Çok kanallı olmaktan çok daha öte internet ile birleşen televizyon dünyanın dört bir yanından 24 saat canlı izlenebilen bir cihaz olarak hayatımızın merkezine yerleşmiş vaziyette. İnternet ağına bağlanan akıllı telefonlar ve televizyonlar hepimizi gerçek dünyadan çok ekranlara, ekranların sunduklarına, izlenen ve takip edilenlerin tesir alanına mahkum eden yeni bir dünya düzeninin araçları oldular. 


Şimdi en muhafazakar insanların dahi kulakları sabah namazına kalkmak için ezanda değil akıllı telefonunda. E tabii ki kalkmışken de eline telefonu alınca ilgili olduğu dünyada, arkadaş çevresinde neler olduğuna da bir bakmadan olmaz hani, değil mi?


Gün içinde araç kullanırken bile telefonla ilgilenmek, toplantı esnasında arada mesajlarına bakmak, arkadaşlarla buluşmalar veya aile meclislerinde herkesin bir köşede ve gözü ekranda olması artık öyle sıradanlaştı ki farkında bile olamıyoruz bu tuhaf halimizin. 


Zaman diyorduk değil mi? Zaman yukarıda anlattığım bizim çocukluk yıllarımızdaki gibi yine 24 saat belki ama artık farklı bir 24 saat yaşıyoruz. Mesela dünyanın en uzak köşesinde aramızda 12 saat zaman farkı olan birisi ile her an konuşmak, canlı görüşmek mümkün hale gelmiş olması bizi yaşadığımız konumdaki zamanın ve kendi o anki fiziksel veya bilişsel durumumuzun dışında bambaşka ve yeni geliştiğini gözlemlediğimiz bir sanal ortam duygusu ile baş başa bırakıyor. Bu bazen uzaktaki hiç tanımadığımız bir sanal arkadaş ile iletişim veya dünyanın bilmem neresindeki bir spor müsabakasını izlemek veya sanal bir oyuna dahil olmak gibi çok farklı şeyler olabiliyor. Dolayısıyla bu durumda insan yaşadığı ortamdaki zaman boyutundan çıkmış oluyor aslında. 


Gelelim bu sanal ortamda oyalanırken gerçek zamanda nelerin farkına varamadığımızı, hayatın hangi yönünü ıskaladığımızı sorgulamaya. 


  • İlk önce uyku düzenimizi bozduk. Sağlıklı bir uyku uyuyarak dinlenemeyen insan bedensel ve zihinsel aktivitelerinde güçsüzlük ve yetersizlik hissediyor. Sürekli yorgun insanları çoğunlukla bu yüzden görüyoruz etrafımızda. 
  • Gerçek yaşamımızda aslî sorumluluklarımızı zamanında ve uygun şekilde yerine getiremiyoruz. Bu da ferdî ve ailevî olarak az gelişmişlik ile maddî sorunları, bunalımları ve adlî vakaları zincirleme peşi sıra getiriyor. 
  • Başta aile olmak üzere akraba, eş, dost, arkadaşlık ilişkileri çok yüzeysel hale geliyor. 
  • İş ve üretim performansı düşüyor. 
  • Ayrıca gerçek hayattan kopuk, sanal alemin tesiri altında kalan modern çağın insanı tamamen dezenformasyon ile manipülasyona maruz kaldığını hiç anlayamadan kendi öz duygu ve düşüncelerini değil yönlendirildiği kişiliğin onu sevk ettiklerini yaşıyor.
  • Bu küresellik baskısı altında yerellik kaybolup gidiyor. 
  • Aslında çok renkli ve çeşitli gözüken ve bu yüzden çekiciliğine kapılınan hayat tarzı bilakis monoton, sıradan ve tekdüze bir yaşamı hepimize dayatıyor maalesef. 


Bu ve benzeri sakıncalardan kurtulmak ve gerçek hayata katkı sunarak her türlü iş ve eylem ile üretime katkıda bulunmak için ânı yaşamak en güzeli. İçinde bulunduğumuz gerçek ortamı ve zamanı dolu dolu yaşamak bulunduğumuz gerçek ortamlara değer katmak, canlı ve zinde tutmak için çalışmak, bir gayeye, bir maksada ve bir hedefe varmak için gayret göstermek beden ve ruh sağlığımız açısından en iyi sonuçları verecektir. 


Bu arada belirtmekte yarar var, en büyük dedelerimiz de bir günü 24 saat olarak yaşıyorlardı. Şimdi iletişim ve ulaşımın çok hızlandığı modern çağda bizim için de bir gün 24 saat. Onlar her şeyi kendileri hazırlamak ve üretmek zorundaydılar. Bizlerse neredeyse her şeyi önümüzde hazır buluyoruz. Fakat çok garip bir şekilde bizim çağımızda hemen herkes aynı şeyden şikayetçi; zaman yetmiyor. 


Her ne kadar zamanın farklı boyutlarda algılanması düşünülse de insan için kaybedilen zaman asla geri kazanılamaz. Sanırım 24 saatin her anını yaşarken bunu hatırdan çıkarmamak en doğrusudur. 


Vaktiniz bereketli olsun efendim..


Peyami Bayram

30 Ocak 2024

Arnavutköy, Istanbul 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İstikamet ve istikamet açısı

Hürriyet Kasidesi Şiiri ve Çözümlemesi - Namık Kemal

EŞEK ve EŞEKLİK