Hürriyet Kasidesi Şiiri ve Çözümlemesi - Namık Kemal
Hürriyet Kasidesi Şiiri ve Çözümlemesi - Namık Kemal |
Şiirin Tahlili/Çözümlemesi
Şiir zevkini Encümen-i Şuârâ'nın en genç üyesi olarak eski edebiyatın anlam ve imge dünyasından alan Namık Kemâl, Türk şiirinde yaşadığı dönemi hakkıyla idrak eden ve değişimin, olgunlanlaşmanın ya da bir başka deyişle tekemmül etmenin en önde gelen örneğini temsil eder. Onun özgün tarafı bir sanat zevkine körü körüne bağlı kalmadan duyarlı bir dimağın yapması gerektiği gibi hem kendisinin hem de içinde yaşadığı toplumun yeni arayışlarına ayak uydurma, hattâ bu arayışları tayin etme tasarrufunu göstermiş olmasıdır. Şinasi'nin Münacat'ını okuduktan sonra birdenbire şiir anlayışını değiştiren ve 'hayata ve hakikate uyan' bir sanat anlayışını kurmaya, yaratmaya çalışan öncü bir şair profili çizer. Yunus ilahisi zannettiği Münacat onda bir şiir inkılâbı yapar. Artık süsten, tasannudan, laf kalabalığından ve gereksiz kelime oyunlarıyla belagat hastalığından arınmış bir edebiyatı yaratmanın zamanı gelmiştir. Hatırı sayılır bir divanı olduğu halde şiirini her an değiştirmekten çekinmeyen Namık Kemâl, kendinden sonra gelen nesiller için edebiyatta 'bir inkılâp yaratan adam' olarak görülecektir.
Namık Kemâl'in en çok bilinen manzumelerinden biri Besâlet-i Osmaniyye ve Hamiyyet-i İnsaniyye adıyla yayımlanan ve daha çok Hürriyet Kasidesi olarak bilinen şiiridir. Manzumenin yazılmasına sebep olan şey şairin Encümen-i Şuârâ'dan arkadaşlarından Leskofçalı Galib'in,
(Ey Allah'ım gönlümü milletin geleceğinden dolayı üzme; Rahman (esirgeyen) ismini milletin işlerinden haberdar et. Devlet dedikleri kuş kader okuyla yaralanmıştır; milletin kanadından olduğu gibi benim de gözümden devamlı yaş akmaktadır.)
Manzumesini okur ve çok etkilenir. Devletin ve milletin içinde bulunduğu acıklı durumu ifade etmeye çalışan bu manzume şairi çok derinden yaralar. O minval üzere Hürriyet Kasidesi'ni yazmaya karar verir. Manzumenin tarihi şairin Kanûn-i Esâsı komisyonundan çekildikten sonraki zamana rastlar. Aradaki zamanda şair Şinasi'yi tanır; Bâb-ı âli'ye girer, Genç Osmanlılara katılır, Londra'ya kaçar ve orada Hürriyet adlı bir gazete çıkarır. Bu manzumenin kimi beyitlerine bu gazetede tesadüf edilir.
İlhamını Leskofçalı Galib'in yukarıdaki manzumesinden alan Namık Kemâl, içinde bulunulan duruma ancak ağlayabilen ve kaderine razı bir birey kimliğiyle değil aksine miskinliğinden silkinen ve kendisini var eden değerleri bir kez daha hatırlayarak ya da duyumsayarak kökü mazide yüzü istikbale dönmüş bir kudretli ve kararlı bir bireyin tutumunu sergileyerek yeni bir 'insan' tipi yaratmaya çalışır. Bu bakımdan Hürriyet Kasidesindeki ruh, bir aşiretten cihangirâne bir devlet kuran iradenin temsil edildiği ruhtur. Namık Kemâl bu manzumesinde her bakımdan bir 'duruş'u temsil eder. Bunda meydan okuyan, inandığı davayı sonuna kadar savunan, dirayetli, iradeli, küçük hesap ve oyunların içinde olmayan, vatan ve milliyetperver, hamiyet sahibi, hayatın ve dünyanın anlamım çözmüş, karakter sahibi bir meydan ve gönül adamı portresi çizer. Sanatla şahsiyetin birleştiği bir manzume vücuda gelir.
Tanzimat öncesinden başlayan kavramlara kaside yazma (Adem Kasidesi) geleneği Namık Kemâl'de hürriyet kavramında örneğini bulur. Sansür, sürgün ve hapislerin egemen olduğu bir hayat tarzı içinde hürriyet, en çok telaffuz edilen ve tüketilen kelimeler arasındadır.
Hürriyet Kasidesi, çeşitli yenilgiler, geri kalmışlık ve efendilikten aşağılanmaya giden süreçte iradesini ve direncini kaybedip nispeten içine kapanan bir toplumu, sahip olduğu değerlere yeniden işlev kazandırarak bir bakıma onu yeniden var etme sevdası ve amacım güden bir manzumedir. Şairin metne egemen üslubu inandığını söyleyen bir adamın sesi olarak yankılanır Yukarıda dikkatlere sunulan 'duruş'un en önemli yanı budur. Padişah ya da devlet büyüklerine yazılan kasidelerin yalan ve belagat oyunlarıyla dolu dünyasından birdenbire bir meydan adamının yüreklere nüfuz eden kararlı ve tekin sesi ile karşılaşırız.
(Çağın değer yargılarının doğru yoldan ve samimiyetten sapmış görerek biz de kendi arzumuz ve saygınlığımızla Hükümet kapısından ayrıldık)
Bu beyit bir ideali, hayat görüşü, değer yargısı ve irade sahibi bir adamın 'duruş'unu sergilemektedir. Geçerli olana uymak ve rahatını bozmak yerine yeni bir değerler sistemi kurmanın, bozuk olanla savaşmanın ve yeni bir insan tipi yaratmanın savaşıdır bu. Manzume boyunca bu yeni insan tipini beyit beyit ördüğü ve kasidenin sonunda da artık aksiyon zamanı olduğunu hatırlatarak bir nevi işlevini tamamlar.
Bilindiği gibi Osmanlı devlet yönetim sistemi içinde bürokratların bir göreve gelip gitmeleri tamamen irâde-i seniyye ile mümkündü. Görevden alınmadıkça bir bürokratın rahatını ve elinde bulundurduğu nimetleri terkedip istifa etmesi düşünülmezdi bile. Ancak Sultan, sadrazam ya da ilgili vezir tarafından böyle bir tasarrufa girişilebilirdi. İkbalin neredeyse tamamen devlet kapısında olduğu bir toplumda böylesine bir tavır koyabilmek için herhalde Namık Kemâl olmak gerekirdi.
Manzumenin ikinci beyti yukarıda sözü edilen yeni insan tipinin inşasının devam ettiğini göstermektedir.
(Kendini insan bilenler halka hizmet etmekten usanmazlar; mürüvvet sahibi olanlar zavallılara yardım etmekten kaçınmaz)
Şairin bu beyitte irade ölçüsü olarak insan olmayı yeterli görmektedir. O halde halka hizmet bir makam ve mevkiin sunacağı fırsat değil insan olmanın gereğidir. Dünya iyi ile kötünün savaş alanıdır. Kötünün yanında kalmak kolay, karşısında mücadele etmek zor olandır. Mazlumun yanında olmak, ona yardım etmek zalimle mücadele anlamına gelir. Zulm insanın insana yaptığı kötülüğün adıdır. Bu kelime aynı zamanda karanlık anlamındadır. O halde karanlıkla (cehalet) ve kötülükle mücadele kendini insan bilen her bireyin borcudur.
Şair ilerleyen beyitlerde zaman içinde erozyona uğramış kimi değerlerin tamirine uğraşmaktadır.
(Eğer millet şimdilerde hor görülmüşse onun şanına bir noksanlık geleceğini sanma; cevher yere düşmekle değerinden, özünden bir şey kaybetmez)
Burada olması gerekenle olanın karşılaştırması ve bir durum tespiti vardır. millet dediğimiz değerler bütününü bir ânın ya da bir gündelik kayıplar hanesinde kaybolacak bir kavram olmadığını bir mücevher gibi her zaman değerim muhafaza ettiğini dile getirir. Milletin bugün içinde bulunduğu zayıflık ve düşkünlüğün her zaman sürmesi söz konusu değildir.
Bir sonraki beyitte şair vatan kavramını ele almaktadır.
(Vücudun mayası vatan toprağıdır, bu bakımdan vatan yolunda acı ve sıkıntı çekerse bundan üzüntü duyulmaz)
Vatan toprağı ile bireyi birleştiren ve onu toprağın çocuğu yapan Namık Kemâl'deki bu sahiplenme duygusu öteki yazılarında da kendisini gösterir. Onun Vatan adlı makalesinin bir bölümü şöyledir:
Yukarıdaki cümlelerde hamasî bir vatan anlayışının değil aslında bilimsel bir vatan kavramının ve onu sevmenin haklı gerekçeleri sıralanır. İnsanın vatanını sevmesi onun menfaatine olan bir tasarruftur. Hele her köşesinde hayatınızdan bir iz, altında ecdadınızın kemikleri ve ufuklarında çocuklarınızın istikbali olan bir toprak parçası varsa bu sevgi daha da anlam kazanmaktadır. Böylece şairin nostaljik bir vatan anlayışına değil aksine aklın öngördüğü ve onayladığı bir vatan anlayışına sahip olduğu ortaya çıkar. Namık Kemâl bu durumu da bir insani tasarruf olarak görür.
Giderek üslubunu sertleştiren şair ateşli bir hatip edasında nutkunu irâd eder.
(Dünyada zalimin yardımcısı aşağılık kişilerdir. İnsafsız avcıya hizmet etmekten zevk alanlar ancak köpeklerdir)
Bu beyitte Namık Kemâl, zalimlere yardımcı olanları köpek mesabesine indirgemektedir. Zira köpek insafsız avcının yardımcısı, yaltakçısıdır. Köpek insafsız avcıya yardım etmek suretiyle kendi türüne (hayvanlara) ihanet etmiştir. Bir kemik parçası için bir başka türün (insan) yardımcısı olmayı kabul etmiştir. Bu ironik yaklaşım şairin sanatının önemli sahnelerinden biridir. Şairin zalimle devrin yöneticilerini alçak kişilerle de (erbâb-ı denâet) bürokratları kasdetttiği malumdur.
Böylelikle şairin inşa etmeye çalıştığı yeni insan'ın bu beyitlerde dile getirilen hasletlere sahip olması gerektiği vurgulanır.
(Hayatın değerini şöhretin güzelliğinden ve cazibesinden üstün tutanlar hemen geçici zevklere ebedî feyizleri tercih ederler)
Bu beyitte şair hayatın kıymeti üzerinde durmaktadır. Hayatın değeri geçici zevklerde, şöhretin güzelliğinde değildir. Bunlar gelip geçici şeylerdir. Hayatın değeri ölümsüz işler yapmak olmalıdır. Bu da kendi tutku ve ihtiraslarından, dünyanın ve tenin isteklerinden sıyrılmak, kendini ve potansiyelini kalıcı ve yararlı hizmetler için harcamak anlamına gelmektedir.
(İnsanlarda hayatın uzamasına bunca düşkünlük nedendir? İnsan Allah'ın kendisine verdiği emaneti koruyacağına niçin ondan menfaat beklemektedir?)
Şair burada insanların daha uzun yaşama konusundaki ısrarından şikâyet etmektedir. Can Allah'ın insana verdiği bir emanettir ve insan onu teslim edeceği güne kadar korumakla yükümlüdür. Böyle bir hüküm varken insanların hayatlarına zarar vermesinden korkacakları işlere girişmemelerinin (korkmaları) sebebi nedir? Diye sormaktadır. Namık Kemâl'de ölüm klâsik İslâm ve Şark anlayışının bir tezahürü olarak kolay bir hadise olarak kendisini gösterir. Bir şiirinde;
diyecek kadar ölümü gözü kapalı benimseyen bir tavır sergiler. Gerek bazı şiirlerinde gerekse Vatan yahut Silistre piyesinde ölüm düşüncesi Namık Kemâl'de bir şölen havasında kendisini gösterir. Bunda, bu dünyaya ve onun nimetleriyle cazibesine önem vermeyen bir ruhun yansıması görürüz.
(Kendi nefsinden utanmadan başkalarının ayıplanmasından korkan kişi kendini herkesten daha alçak görür.)
Namık Kemâl bu beytinde insanın kendisiyle barışık olması gerektiği hususu üzerinde durur. Bir insan karakterinin ilk hesaplaşacağı yüz kendisidir. Kendisiyle ikilem halinde bulunan insanların işlerinde ve davranışlarında birlik olmak ve dirlik olmaz. Kendisiyle barışık olmayan, durmadan kendisine yalan sölmeyen ve bir başkası gibi davranan insan başkalarının ayıplamasından korkacağı için durmadan bahaneler ve yalanların ardına sığınır. Namık Kemâl çizmeye çalıştığı yeni insan tipinin bu davramşlardan azâde olmasını istemektedir.
(Akıllı insanlar için yaptıklarından (hatalar) pişman olup çalışmalarını arttırmaları felekten intikam almak demektir.)
Şair bu beytinde bir meziyeti gündemle getirmektedir. Akıllı kişi hatalarından ders çıkaran kişidir. Akıllı kişi çalışma temposunu arttırıp daha çok şey yaratan ve böylece dünyanın insanı ayartan cazibesinden kurtulmuş olan kişidir. Felek (dünya) insanı kendine benzetmeye çalışır. Ona sunduğu imkân ve lezzetlerle kendisine bağlamaya, tutku ve ihtirasların mahkûmu iradesiz bir yaratık yapmaya çalışır. İnsan bu tazyike aklı ile direnir. İş ve çalışma tutku ve ihtirasları törpüleyen ve hem de sonunda bir değer ve üretim sağlayan meşgalelerdir. Şairin yeni insan tipinde feleğin oyununa gelmeyen irade sahibi bir birey profili vardır.
(Başarının hükümleri milletin kalbinin birliğinde durur; rahmet eserleri ümmetin farklı görüşlerinin ortaya konmasından ve tartışılmasından çıkar)
Bu beyitte şair, Hz. Peygamber'in "Ümmetimin ihtilâfı rahmettir" hadis-i şerifini nazma dökmüştür. İçten içe bir meşveret düşüncesini dillendirmektedir. Buna göre; başarıya ulaşmak için bütün milletin aynı heyecanı duyması ve aynı ideale sarılması gerekir. Ayrılığın olduğu yerde başarı gelmez. Tarih bunun sayısız örnekleriyle doludur. Ümmetin doğru bir kararda buluşabilmesi çeşitli fikirlerin ortaya atılması ve bunların tartışılmasıyla mümkündür. Bu meşveret (şûra) düşüncesinin ta kendisidir. Kendisi de bir meşveret ve meşrutiyetçi olan Namık Kemâl, ülkenin yetiştirdiği zekâların devlet yönetimine katılması ve söz hakkı olmasından yanaydı. Bu bakımdan bu beyit şairin siyasi düşüncelerine İslâmî kaynaklardan delil araması yerinde bir davranış olarak görünmektedir.
(İktidar sahibi kişinin azim gücü düzenin bir düzene girmesini sağlar; metânet sahibi kişilerin ayaklarını sağlam basmasıyla dünya titrer)
Şahsî ve millî irade Namık Kemâl'de önde gelen karakter unsurlarından biridir. O, bireyin irade ve üstünlük sahibi olmasını arzular. Zorluk karşısında geri çekilen, zulmün önünde baş eğen, küçük hesap ve çıkarların peşinde koşan iradesiz insanlar onun yeni insan tipini inşa ederken görmek istemediği davranışlardır. Kolektif bilincin daha çok önderde tezahür ettiği bir gelenekten gelen Namık Kemâl için irade sahibi olma ve inisiyatif alma cesaretini gösterme bir varoluş gayesi haline gelmektedir. Vatan yahut Silistre piyesindeki kahramanlara bu gözle bakmak yeterli olacaktır.
(Kader her iyiliğini her feyzini bir zaman için saklar; milletteki gevşeklik ve zayıflıktan sakın korkma!)
Namık Kemâl bu beyinde üçüncü beyitinde anlamını tekrarlamaktadır. Kader Tanrı'nın insanlar ve milletler için önceden çizdiği hayat yoludur. İniş çıkışlarla, başarı ve başarısızlıklarla doludur. Bu bakımdan bir durumun sonsuza dek süreceği düşünülemez. Burada bireylerin ve onların oluşturduğu milletin irade göstermesi gerektiği konusu işlenmiştir. Millet bireylerin oluşturduğu zincirden meydana gelmiştir. Bir halkanın hareketi bütün zinciri dalgalandırır.
(Zincire vurulmuş aslana ayaklarının güçsüzlüğü töhmet değildir; bu dünyada nasipsiz himmet sahiplerinden talih utansın)
Bu beyitte şair kendi siyasal durumunu dile getirmektedir. Bilindiği gibi Namık Kemâl, Vatan yahut Silistre piyesinin tiyatrolarda oynanması ve halkta uyandırdığı yüksek heyecan ve nümayişlere sebebiyet veren taşkınlıklar yüzünden sorumlu tutularak sürgüne gönderilmiştir. Avrupa ve kısa İstanbul ikametlerini saymazsak kısa hayatının büyük bir kısmını Kıbrıs, Sakız, Rodos, Midilli adalarında sürgünde geçirdi. Bu beyitteki ayakları bağlanan aslan şairin kendisidir. Himmet sahipleri (Saray) o himmeti (iyiliği) kullanmaktan uzaksa bundan aslan değil nasipsiz himmet sahipleri utanmalıdır, demek istiyor. Aslında bir Osmanlıcı, devletçi, hilafetçe ve meşrutiyetçi olan Namık Kemâl'in devletin yararına olacak fikirleri kısır siyasi çekişmeler yüzünden uygulamaya koyamadığı bilinmektedir.
(Işık yüksekliğin doruğundan uzaksa bu zorunluluktandır; tabiat yerde sürünen kabiliyetten utansın)
Bir önceki beyitle aynı anlamı dillendiren bu beyitte, ülkenin aydınlarının olması gereken yerde olmadıklarından şikâyet edilmektedir. Burada anahtar kelime Ziya'dır. Bilindiği gibi ışık anlamındaki bu kelime ancak yükseklerde olduğu zaman etrafa ışık saçar ve aydınlatır. Yerde sürünen ışık (şair burada sürgündeki Osmanlı aydınlarım kasdediyor) etrafına ışık saçamaz. Tabiat kendi yarattığı bu değerlerin gerektiği yerlerde olmamasından utanmalıdır. Beytin anlamının biraz zorlanması halinde Ziya kelimesiyle Namık Kemâl, kendisi gibi sürgünde bulunan arkadaşı Ziya Paşa'ya bir gönderme yaptığını söyleyebiliriz. Zira gerek Ziya Paşa'nın, Recaizade Mahmut Ekrem ve Abdülhak Hâmit'in bu tür tasarruflarda bulunduğuna tanık olmaktayız.
(Biz o Osmanlı boyunun ulu soyundanız; mayamız bütünüyle şehadet kanıyla karılmıştır.)
Bu beyitte şair Osmanlılığını vurgular. Kolektif ben işaret ettiği anlamım bulur: Biz! Böylelikle yukarıdan beri çizmeye ve inşa etmeye çalıştığı insan tipinin mensubiyetini açıklar. Bütün bu meziyet ve hasletlere sahip olan insanın soyu Osmanlılara dayanmaktadır ve gücünü de oradan alacaktır. Namık Kemâl uğradığı sürgün ve gördüğü muamelelere karşı devletine ve onu bugüne kadar getiren hanedanla ters düşmekten kaçındı. Aslında siyasal didişmelerin arkasında Âli ve Fuat Paşa'ların iktidar kavgaları vardır. Daha özgürlükçü ve yenilikçi bir anlayışa sahip reformcu Mustafa Reşit Paşa ve Midhat Paşa ekolünden gelen Ziya Paşa ve Namık Kemâl, uzun yıllarca daha tutucu ve baskıcı bir siyaset takip eden Âli ve Fuat Paşa'lar ile geçinememişlerdir.
(Biz o yüce hamiyetli çalışkan ve güçlü kişileriz ki bir küçük aşiretten dünyaya hükmeden bir devlet çıkardık)
Osmanlı ruhunun gerçekleştirdiği başarıları sıralamaya devam eden Namık Kemâl, kolektif bilincin tezahür ettiği biz zamirini zaman içerisinde 'ben'e dönüştürecek ve bunun bireyde tecelli etmesi için çalışacaktır. Küçük bir aşiretten dünyaya hükmeden bir devlet çıkarmanın yolu hamasetten, tenbellikten ve ayrılıkçılıktan değil, çalışmaktan hamiyet sahibi olmaktan ve bunu çevreye yansıtmaktan ve ciddiyetten geçmektedir. Ayrılıkça değil toplayıcı, uzaklaştırıcı değil kucaklayıcı olmak gerekmektedir. Tarihi onu yaratan değerlerle beraber kucaklamak ve algılamak Namık Kemâl'in tarih anlayışının özetidir.
(Biz o yüce yaratılışlı bir milletiz ki hamiyet meydanında ayaklar altında toprak olmaktansa ölmek daha ehven gelir)
Şair 'biz' zamiriyle yeni insan tipinin olması gereken hasletlerini inşa etmeye devam etmektedir. Buna göre, hamiyet meydanında ezilip aşağılanmaktansa onuruyla ölmek daha iyidir. Bu bizim yaratılışımızın öngördüğü bir davranış biçimidir. Tarihî hafızamızda yer eden sık sık telaffuz ettiğimiz 'ya istiklâl ya ölüm' cinsinden keskin ve kararlı bir tercih bağlamı bu düşüncenin dışavurumlarından biridir.
(Hürriyet mücadelesi korkulu bir ateş olsa da dert değil; insan olan bir can için mücadele meydanından kaçmaz)
Şairin getirdiği kıstas hürriyet için gerektiğinde ölüneceğidir. Zira şair hürriyetsiz bir hayatı önemsememektedir. Tanzimat edebiyatının geneline bakıldığında aslında ana hatlarıyla bir 'hürriyet' edebiyatı olduğu görülecektir. Romanlardan, öykülere, piyeslerden şiirlere kadar ele alınan en güçlü tema hürriyettir. Son dönem Osmanlı aydınlanmasının dönüp dolaştığı konu da hürriyettir. İlân edilen iki ferman her ne kadar müslüman teb'a için olmasa bile birçok özgürlüklerin kapışım açan kanunlar olmuşlardır. Yine bu dönemdeki anayasa hazırlama teşebbüsleri ilan edilen iki Meşrutiyet ve padişah hall'eri hep şairin dile getirdiği 'hürriyet kavgası'nın tezahürleri olarak görülmektedir. Fakat demokratikleşmesini yüzyıllara yayan batı toplumlanyla bu süreci bir iki hamlede aşmak isteyen Osmanlı toplumu için aynı hayırlı neticeler zuhur etmemiştir. Bu bakımdan şairin sözünü ettiği 'hürriyet kavgası' aynı zamanda bir 'zihniyet değişimi' kavgasıdır.
(Cellâdın can yakan kemendi acımasız bir ejder olsa yine de bin defa daha esaret zincirinden iyidir)
Bir başkaldırı havası taşıyan bu beyit Namık Kemâl gibi ülkesinin durumundan acı çeken muhalif bir ruhun ortaya koyduğu irade ve kararlılığı göstermektedir. Yukarıdaki beyitle aynı anlam etrafında dönmektedir. Yine, esir yaşamakla özgür kalmak arasında bir tercih söz konusudur. Şairin tercihi aslında çoktan karara bağlanmış bir hükümdür. Esir olmaktansa ölmek daha iyidir.
(Felek her türlü eziyet araçlarını toplasın gelsin; millet yolunda bir hizmetten dönersem kahpeyim)
Şairin meydan okuyuşunun adresi bu kez felektir. Felek (dünya / talih) insanları temel gayelerinden uzaklaştıran tuzaklar hazırlar. Onları kendi esiri haline getirip tutku ve ihtiraslarının ağında düğümlemek ister. Aynı felekten şikâyet 9. beyitte de dile getirilmişti. Bu defa bir meydan okuma söz konusudur ve öznenin kararlılığı ile imanını göstermektedir. Üstelik mücadele edilen değer 'millet yolunda bir hizmet'tir. Şairin yukarıdan beri çizmeye çalıştığı yeni insan profiline pek yakışan bir davranış vurgulanmaktadır. Yeni insan kötü talihiyle, felekle de mücadele ederek millet için en hayırlı iş neyse onu yapacaktır.
(Bu yolda çektiğim sıkıntılar, acılar anılsın, bunun en basit zevki bile vezirlikten sadrazamlıktan daha iyidir)
Hayatının büyük bir kısmını sürgünlerde ve zoraki devlet hizmetlerinde geçiren Namık Kemâl'in kendisi gibi sürgünlerde yaşayan Fransızların büyük şairi Victor Hugo'yu birçok balamdan beğendiği bilinmektedir. Onun sürgünden muhteşem bir dönüşle Paris'e girişi ve itibar görmesi sürgünde yaşayan aydınlara hep bir umut tablosu olmuştur. Fakat Namık Kemâl bu görkemli dönüşü gerçekleştiremedi fakat milletin hafızasında ebediyen yaşayacağım hissetmiş olmalıdır. Bu bakımdan kendine çizdiği hayat yolu mücadele ve zorluklarla doludur. Bu tür meşakkatlerin mükâfatı ancak milletin yüreğinde ve belleğinde yaşamakla ödenir. Bu bilinçle hareketle şair kendisinden sonrakilere seslenmektedir. Kendisine teklif edilenleri bir kenara iterek millet hizmetinde bir ömür harcamanın yolunu seçmiştir.
(Vatan bir vefasız ve alaycı sevgiliye dönmüş; öyle ki aşkına bağlı olanları gurbet acılarından ayırmıyor)
Şair bu beyitle tekrar vatan kavramına geri dönmektedir. Bu kez vatanın kendisi değil ondan uzakta olmak zorunda kalanlar yani kendi gibiler dikkatlere sunulmaktadır. Eski şiirden gelen bir etkiyle vatan kendisini sevenlere vefa göstermemekte, yüz vermemektedir. Halbuki ortada fiilî bir durum vardır ve mesele bir kelime oyunundan öte ciddî bir durum arz etmektedir. Eski şiirdeki imge burada gerçeğe dönüşmüştür. Vatanın sevenlerine yüz vermemesi ondan ayrı sürgünde yaşamak zorunda kalan şair gibileri kendisine geri döndürecek çağrıyı yapmamasıdır. Bu elbette Padişah ya da Sadrazamın yapacağı bir tasarruftur. Fakat imge yerli yerinde kullanılmıştır.
(Ben korkudan, yalvarma ve yakarmadan uzağım; benim indimde görevim menfaatimden hakkım da hükümetin kötü niyetlerinden daha üstündür)
Şair 'ben' zamirini kullanır fakat işaret ettiği kişi yine örmeye ve inşa etmeye çalıştığı kolektif ben'in tezahür ettiği yeni insan tipidir. Buna göre alışık ve geçerli olduğu üzere korku ve yalvarıp yakarma mesleğinden sıyrılmalıdır.
İnsanın indinde hakkı, hükümetin kötü niyetlerinden daha üstün olmalıdır. Bu bir hak arama tarzıdır ve kararlılığı gösterir. Hükümetin kötü niyetleri (hapis, sürgün, para cezası, işten el çektirme vb.) bir hak arayışım kesintiye uğratmamalı, vaz geçirmemelidir. İnsan rica ve korku ekseninde yaşamamalıdır. Şair alışık olan hayat tarzına karşı çıkmaktadır.
(Ey adaletsiz, milletin yiğitleriyle kavga etmekten sakın! Senin zulmünün kılıcı hamiyet ateşinin karşısında erir.)
Şairin meydan okuyuşlarının bir örneği olan bu beyitte muhatap doğrudan doğruya Saray'dır. Şairin üslubu birdenbire hırçınlaşır. Zulüm manzumenin gündemine yeniden girer. Şair bu tavrıyla bütün bir milleti arkasına alıp zulümle mücadeleye girişen bir önder konumundadır. Fakat bu bir cephe savaşı değil bir fikir mücadelesidir. Şairin elindeki silâh hâmiyet kanının âteşi'dir. Bu bakımdan bedenlerden çok ruhlara ve dimağlara hitabeden bir mücadele biçimidir bu.
(Zulm ile işkence ile hürriyeti ortadan kaldırmak mümkün değildir; eğer gücün varsa insanoğlundan idraki kaldırmaya çalış)
Bu beytin de muhatabı "Ey bî-dâd"dır. Hürriyet kavramı tekrar manzumenin gündemine gelir. Şair haklı bir tesbit yapmaktadır. Hüriyeti zulüm ile işkence ile ortadan kaldırmak mümkün değildir. Bir insanı hapse atabilirsiniz fakat dimağını, aklım, ruhunu asla hapsedemezsiniz. 'Fikri(m) firarda' söz grubu bu düşünceyi ifade etmek için söylenmiştir. İnsanda akıl durduğu sürece hürriyet aşkı sönmeyecektir. Zira akıl ona durmadan hürriyeti ihtar edecektir. İnsanın doğasında olan bir güdüyü güçle durdurulabilir fakat tamamen imha edilemez.
(Gönülde çalışma cevheri elmas cevherine benzer; ağırlığın şiddetinden baskının tazyikinden ezilmez)
Şair bir kez daha 'gayret' kelimesine dönmektedir. Çalışmak ve gayret etmek Namık Kemâl'de en önemli temel insiyaklardan biridir. O dünyadaki gelişmişliğin bir tesadüfün eseri olmadığını iyi kavramıştır. Çalışmadan da birşeyin elde edilemeyeceğini iyi bilmektedir. Bu bakımdan 9. beyitteki anlamı bir kez daha tekrarlamaktadır. Ne baskı ne zulüm ne de başka bir şey gönüldeki çalışma cevherine nüfuz edemez.
(Ey hürriyetin güzel yüzü, sen ne büyülü imişsin! Gerçi esaretten kurtulduk ama bu kez de senin aşkının esiri olduk)
Bu beyitle hürriyet kavramı bir kez daha varlığını hissettiriyor. Bu defa güzel yüzlü bir kıza benzetilmektedir. Hürriyet insanı esaretten kurtaran fakat kendine âşık eden bir güzeldir. Böylece esaret yön değiştirerek devam etmektedir. Bu kelime oyununun şiire kattığı bir rahatlık vardır. Şair o hırçın üslubundan kurtulmuş daha durgun ve şairane bir üsluba kavuşmuştur. Bu bir sonraki beyitte de devam eder.
(Şimdi kalbi fethedecek güç sendedir; güzelliğini gizleme. Güzelliğin milletin bakışlarından sonsuza dek uzak kalmasın)
Bu bir dua beytidir. Şair milletinin sonsuza kadar hürriyet içinde yaşamasını dilemektedir. İstiklâl Marşı şairine çok ilhamlar veren bu beyit, 'şenindir' ifadesiyle bir dönemin bitip yeni bir dönemin başladığına inanmak isteyen bir şairin dileği olarak da anlam kazanmaktadır.
(Ey geleceğin umudu! Sen ne can dostuymuşsun; dünyayı bütün üzüntü ve sıkıntılardan kurtaran sensin)
Kötü zamanlar yaşayan her duyarlı birey gibi şair de geleceğe olan inancım dile getirmektedir. İstikbâl ümidi her insan için elde edilmesi mümkün bir hazine gibi heyecan vericidir. Mevcut ümidlerini geleceğe erteleyenler için istikbâl daha da anlam kazanır. Şairin istikbal düşüncesi, beklentilerinin ancak bir 'gelecek' kavramının olduğu bir uzamda gerçekleşebilmesiyle mümkündür. Bu bakımdan geleceğe inanmaktan ve ondan çok şey beklemekten başka çaresi yoktur.
(Hükmetme çağı şimdi şenindir, hükmünü dünyaya duyur; Allah ikbalini her türlü belâdan korusun)
Artık bir 'hürriyet çağı'na girilmiştir. Tarihin bu akışını hiçbir güç durduramayacaktır. Şair bunu yaklaşık 150 yıl önceden müjdelemektedir. Gerçi bugün onun hayal ettiği çizgiyi çoktan geçtik; fakat bu öngörünün o tarihlerde yapılması bizce çok anlamlıdır. Bu âdeta gelecek yüzyıla gönderilmiş bir mektuptur. Bizler bugün bu mektubu memnuniyetle okumaktayız. Namık Kemâl'in taklide, bayağılığa ve hamasete düşmeden yaptığı bu öngörü alkışlanacak mahiyettedir.
(Ey yaralı kükreyen aslan! Senin gezdiğin güzel sahralar zulmün köpeklerine kaldı, artık gaflet uykusundan uyan!)
Manzumenin bu son beytinde şair tarihi ihtannı yapar. Bu Orhun Abideleri'nde geçen "Ey Türk! Titre ve kendine dön!" cinsinden bir uyarıdır. Şairin aslan diye hitab ettiği nesne, manzumenin başından beri çizmeye çalıştığı yeni insan tipinden başka bir şey değildir. İnsiyaklarını ve doğal tepkilerini kaybeden bir gençliği yeniden inşa etmek ve hemen her alanda bütün melekelerini tamamlamış bir birey tipolojisi çizmeyi amaçlayan bu manzume, ana hatlarıyla 'hürriyet' kavramı üzerinde durmasıyla hedeflediği amaca ulaşmıştır.
Genel olarak bakıldığında şairin, hürriyet, hamiyet, zulümle mücadele, insan olmanın hükmü ve değeri, vatan aşkı, korku, acizlik, hak, meşveret, millet gibi kavram ve unsurlar üzerinde yoğunlaştığı görülür. Şair edebiyatımızda 'sosyal şiir'in en güzel örneklerinden birini vermiştir. İfadelerdeki samimiyet ile şairlerin hayat hikâyesiyle örtüşen düşünceler manzumeyi daha kıymetli yapmaktadır. Bu bakımdan Namık Kemâl'in hafızalardaki en kuvvetli eseri budur. Öteki birkaç eseri ile birlikte ona "Vatan ve hürriyet kahramanı" denmesinin sebebini burada aramak gerekir.
Kaynak: Ali İhsan Kolcu, Tanzimat Edebiyatı-1 (Şiir), Salkımsöğüt Yay.
|
Yorumlar
Yorum Gönder
Lütfen yorumlarınızda isminizi belirtiniz. Teşekkürler.