DESTAN

DESTAN

Bir destanın kahramanları nasıl bir iş yaptıklarının o destan yazılır veya yaşanırken farkında olmayabilirler. Sonuçlarını kimisi görür bu kahramanların kimisi de göremez. Ya o destanın içinde şehit olarak yazdırmıştır adını ya da bu destanın önemi ve büyüklüğü uzun yıllar sonra anlaşıldığı için ömrü yetmez bazılarının.

1915 yılında Gelibolu'da Yahya Çavuş, Seyit Onbaşı, Asteğmen Mehmet Muzaffer, Yüzbaşı Dimitroyati veya Yarbay Mustafa Kemal sadece o an ne yapmaları gerekiyorsa onu olanca fedakarlıkla yaptılar, önünü veya arkasını düşünmediler. Tıpkı 15 Temmuz 2016 gecesi Türkiye'nin her yerinde tankların önüne yatan, mermilere karşı yürüyen aziz Türk milletinin kahraman erkekleri, kadınları, yaşlıları ve gençleri gibi. 

1915'te Çanakkale'ye saldıran o günkü dünyanın en güçlü orduları ve donanmalarının gayesi "hasta adam" dedikleri Osmanlı Devleti'ne son darbeyi vurarak devirecekleri 600 yıllık devletin son kalan parçasını da aralarında bölüşüp tarih sahnesinden silmekti. 

Cepheden cepheye koşmaktan yorulmuş, ekonomik olarak çökmüş, askeri başarıları bitmiş, uzun zamandır bilim ve teknoloji olarak çağın gerisinde kalmış bir ülkenin işgal edilmesi oldukça kolay gözüküyordu o günkü dünyanın sömürgeci güçlerine. Lakin bilmedikleri bir şey vardı bu topraklarda yaşayan asil bir millet vardı. Onların karınları aç olabilir, ayakları yalın olabilir, silahsız ve süngüsüz olabilirlerdi fakat söz konusu vatan ve namus olunca canlarını dişlerine takar yola çıkar, kadınları kağnılarla mermi taşır, çocuk yaştakiler asker olur, anadan, yardan ve serden geçilir vatandan, namustan ve istiklalden geçilmezdi.

O günkü Osmanlı topraklarının dört bir yanından, Kars'tan, Edirne'den, Gazze'den, Halep'ten, Rize'den, Aydın'dan, Kastamonu'dan, Dersim'den, Cezayir'den, Selanik'ten, Van'dan, İstanbul'dan kopup gelen Muhammed, Ahmet, Hüsrev, Mustafa, Abdurrahman, Esat, Kefo, İzzet ile Vahan, Mıgırdıç, Agop ve Paranuk da hep beraber şehadet şerbetini içtiler.

Türk milletine karşı ittifak eden emperyalistler dünyada o güne kadar görülmemiş güçte bir donanmayla, dünya tarihinde ilk defa savaş uçaklarının kullanıldığı bir taarruzla ve dünyanın dört bir yanından, ta Avustralya'dan Yeni Zelanda'dan, Kanada'dan, Hindistan'dan getirilmiş birliklerle yaptıkları alçakça taarruzların aziz Türk milletinin iman dolu göğsünde parçalandığını görünce büyük bir sükut-u hayale uğradılar. Hevesleri kursaklarında kaldı.

Yüz yıllık modernleş(tir)me, batılılaş(tır)ma çabaları bir yandan hızla sürüp giderken bir yandan da milletin özündeki dindarlık horlandı, dışlandı. Farklılıkların zenginlik olduğu unutturulup düşmanlık tohumları ekildi. Bunların neticesi olarak da bazıları din(kesinlikle İslam değil) adına ve farklı kimlikler adına yeraltına indiler, gizli örgütlenmeler oluşturdular akıllarınca. 

Su uyur, düşman uyumaz..

Bütün bunlar olup biterken değişen dünyada değişmeyen bir şey vardı; hedefteki ülke Türkiye . 
Dünyanın gözbebeği olan, jeostratejik olarak merkezi konumu ile son derece önemli bir yere sahip Türkiye'yi 1769-1821 yıllarında yaşayan Fransız imparator Napolyon Bonapart şöyle tanımlıyordu; "dünya tek bir ülke olsa başkenti İstanbul olurdu".

20nci yüzyılda yapılan iki dünya savaşı ve onlarca iç savaş, darbe, işgal ve nihayet günümüzde terör adı altında yürütülen örtülü savaşların bütün gayesi dünyanın egemen güçlerinin nüfuz alanlarının belirlenmesi ile verimli bölgelerinin paylaşılmasıdır.
Yüzyıllık arada düşmanlarımız sayıca azalmadı bilakis çoğaldı belki de.
Bu arada bizim NATO ittifakı içinde yer almamızdan ötürü bazı önemli düşmanlarımız kuzu postuna bürünmüş kurt misali dost gibi gözüküp düşmanlıklarını ve saldırılarını sinsice sürdürdüler.

Bütün yukarıda yazdıklarımızdan daha vahimi ise küffarın içimizden birilerini mankurtlaştırarak kendi maksadına "hizmet" ettirmesi olmuştur. 
Üstelik buna bir de "din/dindar" kisvesi giydirilerek muazzez dinimiz İslam da hedef alınmıştır. Tıpkı IŞİD ve benzerlerinde olduğu gibi.

15 Temmuz'da bu alçakça saldırıyı yapanlar nasıl ki tarihteki diğer sapık, gözü dönmüş hainlerin yanında yer alacaklarsa onların karşısında 21inci asrın ilk destanını yazan Türk Milleti de en müstesna yerini alacaktır.

Allah'a sonsuz şükürler olsun ki Aziz Türk Milleti bu son saldırıyı da yüz yıl önceki aynı duygularla ve duyarlılıkla hep birlikte bertaraf edip bastırmıştır. Umarım düşmanlar da bu milletin fabrika ayarlarını kaybetmediğini çok iyi bir şekilde görmüş ve anlamışlardır.

Elbette düşman uyumayacak ve bu savaş kıyamete kadar sürüp gidecektir.

Şimdi bize düşen öncelikle şu iki soru üzerinde derin derin düşünüp çokça tartışmak(çatışmak değil);
1. Nerede hata yaptık da başımıza bunlar geldi?
2. Buradan çıkan dersle bundan sonra neler yapmalıyız?


Peyami Bayram
02/08/2016, İstanbul




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İstikamet ve istikamet açısı

Hürriyet Kasidesi Şiiri ve Çözümlemesi - Namık Kemal

EŞEK ve EŞEKLİK