Kim Tanrı'ya inanır?

Kim Tanrı'ya inanır?

Tanrı'ya inanmadığını söyleyen birinin nasıl bir Tanrı'ya inanmadığını sorarak başlamak gerek sanırım. Zira bir şeye inanmamak ile inkar etmek birbirlerinden farklı şeylerdir, tanımak ya da tanımamak ise daha farklı.

Şimdi öncelikle bazı sözcüklerin anlamlarına bir göz atalım.

Ateist sözcüğüne tanrıtanımaz olarak karşılık vermiş TDK sözlük.

İnkar kelimesi 1. Yaptığını, söylediğini, tanık olduğunu saklama, gizleme, yadsıma. 2. Kabul etmeme, tanımama. olarak tanımlanıyor sözlükte.

İnanmak ise; 1. Bir şeyi doğru olarak benimsemek 2. Birini doğru sözlü olarak bilmek, güvenmek 3. Bir şeyin varlığını, doğruluğunu kabul etmek 4. Sevecek, güvenecek ve bağlanacak en yüksek varlık olarak bilmek, iman etmek 5. Kanarak aldanmak 6. İman etmek şeklinde tanımlanıyor.

Tanımak sözcüğüne de sözlükte şöyle anlamlar verilmiş; 1. Daha önce görülen, bilinen bir kimse veya şeyle karşılaşıldığında bunun kim veya ne olduğunu hatırlamak  2. Daha önce görmüş olmak, ilişkisi bulunmak, bilmek 3. Bir kimse veya şeyle ilgili, doğru ve tam bilgisi bulunmak  4. Bilip ayırmak, seçmek, ayırt etmek 5. Varlığını kabul etmek. 6. Boyun eğmek, yargısına uymak, saymak. 7. Sorumlu bilmek 8. Bir şeyin yapılması, bitirilmesi için belli bir süre vermek

Bu tanımlardan yola çıkarsak ateist denilen kimseler, yani öz Türkçe olarak tanrıtanımaz karşılığı verilen bu kişiler kendilerini nasıl tanımlıyorlar bilmem ama dilbilim düzeyinde kavramsal olarak aslında bir inkar veya inanmama ile değil öncelikle tanımamak ile tanımlanıyorlar.

Buradaki tanımak, varlığını kabul etmek anlamına gelmekle beraber aslında yaşayan bir kavram olarak içine girdiğimiz zaman tanış olmak durumu ile bir paralellik var gibi duruyor. Nitekim ister bizim Müslüman toplumumuzda olsun isterse ilahi dinler olarak bilinen Hristiyan ve Yahudi toplumlarında olsun Tanrı/Allah inancı geleneksel olarak aile ortamında içselleştirilir. Ailenin yanı sıra çeşitli ibadethane, cemaat, okul ve diğer sivil toplum kuruluşları ile de bu inancın temelleri geliştirilmeye çalışılır. Bu meyanda ateizmin putperest, pagan ve buna benzer inanışlardaki toplumlarda bir yeri olduğunu da sanmıyorum. Zaten ateistlerin tanımadıkları Tanrı ilahi dinlerin Tanrısı yani; Allah. Aslında bu bile konumuzun önem ve ciddiyetini anlatmaya yeterlidir. Demek ki tanrıtanımaz aslında Allah'ı tanımıyor.

Peki, Tanrı'ya inandığını, başka bir ifadeyle Tanrı'yı tanıdığını söyleyen milyonlarca Müslüman, Hristiyan ve Musevi'nin bu tanrıtanımazların tanrıtanımazlıklarında nasıl bir etkileri var? Ya da onların Tanrı'yı inkar veya reddedişinde ne gibi rolleri olmuştur? Veya bu dinlerin müntesipleri Tanrı'yı tanıma, tanımlama ve tanıtma konusunda ne gibi hatalar içindeler ki birlikte yaşadıkları bazı insanlar onlardan kopuyor? Nitekim ateistlerin bu ülkelerin nüfusu içindeki payı farklı kaynaklara göre %1 düzeylerinden başlayıp %85(İsveç)'e kadar varan oranlarda seyrediyormuş.

Sanırım bazı kimseler yaşadığı toplumun genel kabul gören inanç ve düşüncelerini biraz inceden ve derinden eleştiriye tabi tutuyorlar. Bu tahlili yaparken de temel referans olarak o toplumdaki insanların tek tek yaşantılarını özellikle de aile içinde ve öncelikle de ebeveyn davranışlarını birinci planda değerlendirmeye alıyorlar. Bu gözlemde kişiler ile inançları ve düşünceleri arasında gördükleri aksaklık, terslik, uyumsuzluk, uygunsuzluk ve buna benzer tezatlıkları bir kenara not ediyorlar. Daha sonra bu sorunu kökten o inanç ve düşüncenin bizatihi kaynağına yani Tanrı'ya atfederek hükme bağlıyorlar. Sonuç olarak kökten reddedişle bu tutarsızlıktan kurtulmaya çalışıyorlar ve ateizmi seçiyorlar.

"Dinde zorlama yoktur." (2 Bakara, 256)

Şüphesiz hiç kimse belli bir inançta olmaya veya olmamaya zorlanamaz.  İnançlar yaşamdan beslenir, hayatın içinde yeşerir ve yine yaşanırsa bir anlam ifade eder. Yoksa sadece belli bir inançta olduğunu diliyle ifade etmesi sadece diğer insanların kişiyi o inançla betimlemesine vesile olur, Tanrı'nın değil. İnancın kişinin hayatına ne kadar renk verdiği, nasıl bir şekle soktuğu ve hayatında neleri değiştirdiğidir esas olan. Ne demişler "ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz". Yani kişinin söylediği değil yaptığıdır dikkate alınan. Elbette herhangi bir şeye inandığını iddia eden bir kişiden onun ispatı derhal istenmez fakat o artık gözlem altındadır etrafındakiler tarafından. Bakalım bu insan inandığını söylediği değerlere uygun yaşıyor mu yoksa sadece dilinde mi diye. Böylece her kişi kendi tutarlılığını sağlamaya çalışmalıdır. İman da budur aslında; insanın içini temizleyerek onu dışına da yansıtmasıdır. Yoksa dışını bir takım sembollerle ve sözlerle süsleyerek ancak kendini avutur.

"İnsanlara iyiliği emredersiniz de kendinizi unutur musunuz? Kitabı okuyup durduğunuz halde düşünmez misiniz?" 2 Bakara, 44

"Ey iman edenler!Yapmayacağınız şeyi ne diye söylersiniz?" 61 Saff, 2

Tanrı'yı göklere hapseden veya uzaklardaki Tanrı'ya inanan bir zihniyet elbette bunları dikkate alacak değildir.

"Andolsun ki insanı biz yarattık. Ona nefsinin ne fısıldadığını da biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız." 50 Kaf, 16

Allah'ı daima kendine yakın ve kendisini de sürekli Allah ile beraber bilenler muhataplarına pazarlıksız ve hesapsız bir şekilde dosdoğru bir örnek olmaya devam edeceklerdir şüphesiz.

Peyami Bayram
05/05/2015
İstanbul

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İstikamet ve istikamet açısı

Hürriyet Kasidesi Şiiri ve Çözümlemesi - Namık Kemal

EŞEK ve EŞEKLİK