Günahın Patolojisi


Günahın Patolojisi I

Yıllar sonra bile hatırlamak istemediğiniz anılarınız olur. Hüzün, ayrılık, korku, umutsuzluk, hayal kırıklığı, ihanet, başarısızlık, terk edilme, aldatılma, zulüm ve daha nice can yakıcı haller gelmiştir insanın başına. Bununla beraber daha beter olanı ise insanın bu kötü anılarının içinde kendi kusurunun olmasıdır. Eğer yaşadığınız her türlü olumsuzlukta sizin de bir parça payınız bulunmuşsa işte o anıyı ne silebilirsiniz ne de kendinizi affedebilirsiniz. Bazı durumlar vardır ki aslında tamamen sizin özelinizde yaşanmışlığı vardır, belki sizden ve Allah'tan başka hiç kimsenin bilmediği bir şeydir o. Fakat sizin inancınız, sosyo-kültürel durumunuz, aldığınız eğitim, terbiye ve yaşam tarzınız o davranışınızı kendi kendinize aklamanıza müsaade etmez. İşte günahın patolojisi budur sanırım.

Çoğu kez günah deyince büyük ve başkalarını da içine alan bir zararlar ve hasarlar zinciri akla gelir. Oysa ki günahın birincil etkisi kişinin kendisine yöneliktir. Kişiyi aşan kısmı ile artık başkalarına da zarar vermeye başlar.

İslam dininde en büyük günah şirktir. Bu günah tamamen öznel bir durumdur. Yani kişinin tamamen iç dünyası ile ilgilidir. Diyebilirsiniz ki bırakın neye istiyorlarsa ona inansınlar. Evet, Kur'an da aynı şeyi söylüyor(Bakara Suresi, Ayet 256). Özgürlük var elbette, işte kaos ve çatışma da bundan sonra başlıyor aslında.








Günahın Patolojisi II

Özgürlük insanın düşünce dünyası ile davranışlarında farklı seyreder. Çeşitli sebeplerle engellenen ve sınırlanan fiziksel özgürlüğe karşın zihinsel/düşünsel özgürlük nispeten çok daha geniş bir alana sahiptir, hatta bir çok kişiye göre sınırsızdır. Dünya tarihinde nice despotlar, tiranlar, nemrutlar, firavunlar, faşist ve baskıcı yönetimler her ne ad altında gelmişlerse de özgür düşünen insanların kafalarını kesseler, yüreklerini yerinden sökseler bile kafalarının ve yüreklerinin içindeki o özgür düşünceyi engelleyememişlerdir. İnsanlık tarihi aslında hep bu baskıcı zihniyetle hür düşünce arasındaki çatışmanın tarihidir desek çok da yanlış olmaz sanırım.

Özgür düşünen insanoğlunun her zaman yine de bir sınırı olmuştur. Bu sınır ise o kişinin yaşam süresidir. Yani ne kadar uzun yaşasa da kişi bir gün ölümle yüzyüze geleceğini bilerek yaşar. Bu ölüm gerçeği insanoğlunun aşamayacağı bir nokta olarak her zaman düşüncesinin içinde duracak ve ona doğru veya ona göre bir yol/ yöntem benimseyecektir. Ölümü mutlak bir son olarak görmek veya ölüm sonrasında bir hayatın olduğuna inanmak o kişinin düşünce ve davranışlarının temelini oluşturacaktır.

Bu noktada düşünce ile inancın kesiştiğini ve birbirini etkilediğini görüyoruz. Şöyle bir soru çıkabilir karşımıza; düşünce mi önce gelir yoksa inanç mı?Aslında bu sorunun tek bir cevabı olmasa gerek, isteyen düşünüp inanır, dileyen de inanıp düşünür. Fakat olması gereken insanın hem düşünmesi hem de inanmasıdır. İnançsız bir düşünce ya da düşüncesiz bir inanç son derece absürttür.

Burada şunu söylemek gerekli sanırım önemli olan insanın düşüncesi ile inancının aynı paralelde gitmesidir. Tabii ki bunun sonucu olarak davranışların da aynı istikamette yürümesi gerekecektir. Eğer bunlar arasında bir uyumsuzluk ve/veya çatışma olursa bunun birinci derecede zararı kişinin kendisine olacaktır şüphesiz. Ancak çatışmaların şiddetine göre zararlar zincirleme olarak kişinin yakın çevresinden başlamak üzere bütün insanlığı ve belki de tarihi etkileyecektir. Günahın kişiselliğinden evrenselliğe giden yolu da işte böyle başlıyor.



Günahın Patolojisi III

İnanç, esasen insanda bilinç oluşturan prensipler manzumesidir. Her insanın inandığı bir değerler sistemi vardır. Bu anlamda inançsız insan olması düşünülemez. Müslüman, hristiyan, ateşperest, paganist veya ateist olsun her insanın kendi iç dünyasındaki esas bilinci oluşturan, ona bağlı olarak düşünme melekesini düzenlediği ve nihayetinde davranışlarını etkileyen bir inancı vardır. Bu temel inancı din, felsefe, ideoloji veya başka bir adla adlandırmanız sonucu değiştirmeyecektir.

Şimdi kim yapıp ettiklerini bunun dışında tutabilir?

Toplum düzeni içinde kanun, kural, örf, anane ve benzeri kodlamalar insanı elbette bazen inandığı ve/veya düşündüğü gibi yaşamak/davranmaktan kısmen uzaklaştırabilir. Fakat inancında samimi, kararlı ve ısrarlı olan hiç kimse bu zorlamalara boyun eğmez, mutlaka kendine bir yol bulur. Ya o sistemi değiştirmeyi ya da daha uygun şartlarda inandığı/düşündüğü gibi yaşayacağı bir ortama geçmeyi seçecektir.

Burada karşımıza çıkan inanç, düşünce, davranış ve dış ortam bağlamında kişinin tutumu konusudur. İnandığı temellere uygun düşünce sahibi bir insan yaşadığı ortamın kuralları ile ne kadar uyumlu veya buna karşıt bir durumda olduğunu değerlendirerek kendisine bir hal tarzı bulacaktır. İçindeki inanç ve düşünce ile yaşadığı ortamın uyuşmazlığını ne kadar tolore edebilir, ne kadar mücadele edebilir ya da bu konuda neler yapabilir? Bütün bunlara karar verecek olan yine kişinin kendisidir.

Bu nokta insanın inanç, düşünce ve davranış uyumluluğundan taviz verme aşamasına geçiştir. Şayet bu tavizi verirse buna şirk veya nifak denilmektedir. Artık o noktadan sonra zikzaklar ve gelgitler başlayacaktır kaçınılmaz olarak.

Bundan böyle günah işlemek kişinin gittiği yolun kaçınılmaz bir parçası olacaktır. Yani şirk ve nifak, günahın ana giriş kapısıdır.


Günanın Patolojisi IV

Günahın ana giriş kapısı açılmışsa insanoğlu için artık dönüşü olmayan bir yolculuk başlamış demektir. Bu yolun sonu mutlaka büyük azaba varacaktır. Böyle bir yolda U dönüşü yapılamaz. Zira inanç temelini yitirmiş olan zihin, yani şirk batağındaki aklın vicdan muhasabesi sekel olmuş, yaşam tarzı deformasyona uğramıştır. Bu durumdan kurtulmak imkansız değilse de ancak olağanüstü durumlarda mümkün olur, elbette Allah dilerse.

Günaha girmenin ana kapısından başka giriş yolları da vardır. Bunlar istikamet ve yol olarak inancı, aklı, düşünceyi ve yaşam tarzını aynı düzleme oturtmuş istikamet açısını uygun hedefe yönlendirmiş mü’min/müslüman kimseler içindir. Bu kimseler de insan olmanın doğallığıyla günah işlemekten tamamen uzak kalamazlar elbette. Ancak onların inanç, düşünce, akıl ve yaşam tarzları işleyecekleri günahtan  her zaman tevbe/ istiğfar yoluyla U dönüşü yapabilmelerine imkan verecektir.

Şirk ise insanın Rabbi’ne karşı ihaneti, saygısızlığı, hürmetsizliği ve daha da vahimi kendivaroluşunu inkarıdır. Yani ölümlü insanın; ölümsüz, sonsuz kerem sahibi, alemlerin Rabbi olan Allah’a karşı hadsizliğinin en müptezel halidir ki O’na nefsini ve/veya kendi nefsi gibi ölümlü bir başkasını, ideolojiyi, taş, toprak, şan, şöhret, mal, servet veya iktidarı ortak koşmasıdır. Tanrıya inanmadığını söyleyen ateist zavallılar da bunun dışında değillerdir. Onların inanmadıklarını ifade ettikleri Tanrı olmasa inkarlarının da bir mantığı olmaz zira.

İşte büyük günah olan şirk ve onun yavrularının bize gözüken hali kısaca böyle. Tercih kesinlikle bize bırakılmış. Herkesin günah işleme özgürlüğü bulunmaktadır ve olmalıdır da. Başlangıçta belirttiğimiz gibi bu özgürlüğü Allah bahşetmiştir insanoğluna. Bu özgürlüğü tamamiyle engellemek de bir başka zulümdür. Ancak yine insanoğlunun ortak menfaatleri gereği ve çeşitli günahların toplum üzerinde yapacağı kısa, orta ve uzun vadeli zararlarına engel olmak için ortak akıl olan kamu otoritesi kısıtlayıcı tedbirlere başvurmalıdır.

Sonuç olarak dünyaya tertemiz gelen çocukların aynı saflıkta hayatlarını idame ettirmeleri,  günahtan olabildiğince uzak, hayırlı bir ömür sürmeleri ve ebedi mutluluğa(cennet) kavuşmaları için ebeveynlerin vereceği temel ahlak eğitimi birinci derecede önem arz etmektedir.

Şirk;
anlamsızlıktır,
kaostur,
boşluktur,
güvensizliktir,
umutsuzluktur,
kararsızlıktır,
hüsrandır,
atalettir,
ölümdür,
kayıptır.

Tevhid/İman;
anlamdır,
düzendir,
ahenktir,
güvendir,
umuttur,
kararlılıktır,
sevinçtir,
dinamizmdir,
hayattır,
kazançtır.

Ve pek tabii ki sözün özü vahiyden;

35:14 -    Kendilerine dua ederseniz duanızı işitmezler. İşitseler bile size cevabını veremezler. Kıyamet günü de kendilerini Allah'a ortak koştuğunuzu inkâr ederler. Sana her şeyden haberdar olan (Allah) gibi bir haber veren olmaz.

31:13 -    Hani bir zaman Lokman, oğluna öğüt vererek demişti ki: "Yavrucuğum! Allah'a ortak koşma, çünkü Allah'a ortak koşmak (şirk), elbette büyük bir zulümdür."

2:106 -    Onların çoğu şirk koşmadan Allah'a iman etmezler (imanlarına az çok bir şirk karıştırırlar).


10:66 -    Açın gözünüzü! Göklerde kim var, yerde kim varsa hep Allah'ındır. Allah'dan başkasına tapanlar dahi, Allah'a ortak koştuklarına uymuş olmuyorlar, ancak zanna uymuş oluyorlar. Ve yalandan başka bir şey söylemiyorlar.


Peyami Bayram
20/03/2015
Arnavutköy, İstanbul

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İstikamet ve istikamet açısı

Hürriyet Kasidesi Şiiri ve Çözümlemesi - Namık Kemal

EŞEK ve EŞEKLİK