Terör=Savaş biter mi?


Terör=Savaş biter mi?

Öncelikle altını kalın çizgilerle çizerek bir tanım yapmalıyız: 
Terör; modern zamanlarda egemen güçler tarafından  muhtelif ideoloji ve/veya mitlerle kurulan, farklı isimlerle piyasaya sürülerek her türlü silah, mühimmat, lojistik, istihbarat, mali ve eğitim yardımları ile desteklenerek global ölçekteki maksatlarına sinsice ulaşmak için hedef ülke veya bölgelerin meşru yönetimlerini nihai arzu ve isteklerini kabule zorlamaya matuf olarak silahlı çatışmalar, saldırılar, suikastler, katliamlar ve her türlü örgütsel şiddet eylemleri ile savaşın   maskeli olarak yürütülen namert halidir. 

Felsefecilerin, tarihçilerin ve bilim adamlarının deyimiyle, savaşlar kaynakları ele geçirmek için gündeme getiriliyor ve savaş öncesinde medya aracılığıyla manipülasyon yapılarak, insanlar acı günlere hazırlanıp, gerçekleşebilecek saldırıların sahibinin de haklı gösterilmesi için çalışılıyor.

Peki o hal de SAVAŞ NEDİR?

Savaş, Yunan atasözüne göre, “Yok ettiğinden daha fazla kötü insan ortaya çıkardığı için berbattır”, 
Sokrates’e göre, “Kötüyü iyiye yeğlemek insan doğasında yoktur ve bir insan iki kötüden birini seçmeye zorlandığında, kimse azını seçmek varken çoğunu seçmeyecektir.” 
Büyük Larousse savaşı, “Uluslar veya aynı ülkelerdeki iki teşkilatın (iç savaş) arasında, başka bir yolla elde edemediği şeyi kuvvet zoruyla almak, istediklerini kabul ettirmek ve başkasının isteklerine boyun eğmemek amacıyla girişilen kuvvet denemesi” olarak tanımlar.

Günümüz akademisyenleri de savaşın, politik ilişkilerin başka araçların desteği ile sürdürülmesinden başka bir şey olmadığına işaret eder. Akademisyenler, “Savaşlar insan öldürmek için değil, kaynakları, hammaddeleri ve pazarları ele geçirmek için, başka bir deyişle kâr için yapılır. Kâr eksenli bir iç politikanın dışa yansıması da kâr amaçlı olacaktır. Savaş, politikanın bir parçası olmaktan kurtulamaz. Politika beyindir, savaş sadece bir alettir, yoksa tersi değil. Bu durum itibariyle savaşın hiçbir zaman öz yasaları olamaz, dilbilgisi, mantığı olamaz. Politika bugün de eline kalem yerine, ikna yerine silahları almıştır. Suçlanması gereken savaşın etkileri değil, politikacılardır” der.

DAKİKADA 1.9 MİLYON DOLAR ASKERİ HARCAMA

Dünyada 2000 yılı verilerine göre, sadece bir dakikalık askeri harcamaya 1.9 milyon dolar ayrılıyor ve bu miktar harcanıyor. Yani herhangi bir yerde 2 saatlik zamanda 230 milyon dolar silahlanmaya gidiyor. Sadece yere döşeli mayınlardan haftada 800 kişi ölüyor. 2 saatlik zaman diliminde dünyanın değişik yerlerinde 10 insan patlayan mayınla ölüyor. Şimdiye kadar gerçekleşen savaşlarda dünyada milyarlarca insanın öldüğü biliniyor. Yine açıklamalara göre, savaş çığırtkanlığı yapılarak beyinler yönlendiriliyor. Yapılan manipülasyonlar, savaşı haklı hale getiriyor. 

KISACA BURAYA NASIL GELDİK?

Dünya genelinde 60-85 milyon arası insanın ölümü ve milyonlarca yaralı/sakat, şehirlerin yıkımı ve içler acısı atom bombası enkazı ile neticelenen İkinci Dünya Savaşı'nın ardından kurulan iki bloklu dünyada zaman zaman yaşanan bazı sıcak çatışmaları da içeren Soğuk Savaş 1991 yılında Sovyetler Birliği'nin dağılması ile son buldu.
Aslında biten bir şey yoktu, yeni paylaşımlar yapıldı ve çağın gelişmelerine uygun olarak yeni stratejiler ve yeni savaş yöntemleri ortaya konuldu.
Dolayısıyla 1991 yılında Sovyetler Birliği'nin dağılması ile yeni bir savaş dönemi başladı.
1991 yılından itibaren dünyadaki sıcak çatışmalara ana hatlarıyla bakacak olursak;

1991 Hırvatistan Savaşı
1992 Bosna Savaşı
1994 Birinci Çeçen-Rus Savaşı
1994 Ruanda Soykırımı
1999 İkinci Çeçen-Rus Savaşı
1998 Kosova Savaşı
2000 İkinci İntifada
2001 Afganistan Savaşı
2003 Irak Savaşı
2006 İsrail-Lübnan Savaşı
2008 Güney Osetya Savaşı
2009 Gazze Savaşı
2011 Libya İç Savaşı
2011 Suriye İç Savaşı(halen devam ediyor)
2012 Mali İç Savaşı
2012 Orta Afrika Cumhuriyeti'ndeki çatışmalar
2014 2014 Kırım bunalımı
2014 Donbass Savaşı
2014 2014 İsrail–Gazze çatışması

1991'den bu yana yukarıda belirtilen bölgesel çatışmalarda yaklaşık olarak 1.610.000 asker ve sivil ölmüş, 300.000'e yakın insan yaralanmış ve milyonlarca insan evlerini, yurtlarını terk etmiştir. Sadece Suriye'de 500.000'den fazla insan öldürülmüş 5.100.000 insan evini terk etmiş, 3.000.000'dan fazla insan yurt dışına çıkarak mülteci olmuş, 130.000 kişi kaybolmuştur. Ukrayna'da ise 6.500 kişi ölmüş, 1.177.000 kişi ülke içinde yer değiştirmiş, 763.632 kişi yurt dışına kaçmak zorunda kalmıştır. Bosna'daki savaşta sadece Srebrenitsa'da 8.372 ve Ruanda'da ise 800.000 sivil soykırıma uğratılmıştır.

Ayrıca yirminci yüzyılın ikinci yarısında dünya pastasının yeniden paylaşımı için yapılan İkinci Dünya Savaşı ile ilgili bir not düşmekte yarar var. Altı yıl süren bu savaş dünyanın dört bir yanında 24 milyonu asker 49 milyonu sivil olmak üzere tam 73 milyon insanın hayatına mal olmuştur.

Şunları da buraya ekleyelim de zalim kim, barbar kimmiş hafızaları  bir kez daha tazeleyelim; 
– 1. Dünya Savaşı’nda ölen her 100 kişiden 14’ü, 2. Dünya Savaşı’nda ölen her 100 kişiden 70’i, 1990’lardaki savaşlarda ölen 100 kişiden 90’ı sivildi.
– 1945-1992 yılları arasında gerçekleşen 149 savaşta 23 milyondan fazla insan öldü. Bunun yalnızca 3 milyonunu askerler oluşturdu. Bilinen o ki, savaşlarda genellikle 1 askerin ölümüne karşılık 1 sivil doğrudan, 14-15 sivilse açlık, susuzluk, bulaşıcı hastalıklar gibi nedenlerden ölmektedir.
– Son 10 yıldaki savaşlarda 2 milyon çocuk öldü. 6 milyon çocuk sakat kaldı. 12 milyon çocuk evsiz, 1 milyondan fazla çocuk anasız-babasız kaldı. 10 milyon çocuk psikolojik sarsıntı geçirdi ve on binlerce çocuk tecavüz ve işkenceye uğradı.
– Balkan savaşında Bosna’da 20 bin kadına tecavüz edildi.
– Körfez Savaşı’nda ABD müttefiki devletler, Irak-Kuveyt sınırına ve Basra kenti etrafına 1 milyon, Balkan Savaşları’nda da 64 ülkede 110 milyon patlamamış kara mayınının üzerine basacak insanları beklediği biliniyor.
– Dünyada bugün 500 bini bilim adamı olmak üzere 15 milyon kişi silah ve silah geliştirme endüstrisinde çalışıyor.

1990'lı ve 2000'li yıllar dünyada iletişimin hızla yayıldığı ve teknolojinin olabildiğince geliştiği yıllar olarak tarihe geçmiştir. Artan iletişim imkanları aynı zamanda bilgi kirliliği ile beraber kitlelerin çok kolay kontrol edilebilmeleri ve yönlendirilebilmelerine de imkan sağlıyor. 

Soğuk Savaş öncesinde ülkeler çoğunlukla sahip oldukları Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri'nden oluşan konvansiyonel silahların gücü nispetinde dünya ölçeğinde söz sahibi olabilmekte idiler. Soğuk Savaş yıllarında ise liderliğini SOVYET RUSYA ve ABD'nin yaptığı Doğu(Varşova Paktı) ve Batı Bloku(NATO) olarak iki kutba ayrılan dünyadaki süper güçler konvansiyonel gücün yanına nükleer gücü ve daha sonraki yıllarda ise "Yıldız Savaşları" olarak tabir edilen dijital elektronik sistemleri de eklemişlerdir. Şimdi ise buna "siber güçler" de eklenmiş ve dünya çok boyutlu "siber savaşlar" çağına girmiş bulunuyor. Çoğunlukla istihbarat örgütlerinin kıyasıya savaştığı bir süreçtir bu. Aslında belki de onlara günümüzde "istihbarat orduları" demek daha doğru bir tanımlama olur.

Önceleri kendi silahlı kuvvetleri ile işgal ettikleri ve/veya çatıştıkları ülke topraklarında şimdilerde istihbarat servisleri/ordularının yönettiği/yönlendirdiği yeni "siber savaş" döneminde bölge halkları içinden oluşturulan sözde karşıt grupların çatışması sağlanarak egemen güçlerin amaçları gerçekleştirilmektedir. 

Çatışma alanını mümkün olduğunca geniş tutarak önceden hazırlanmış taşeron örgüt elemanları ile hedef ülkenin dört bir yanında masum halka ve güvenlik güçlerine karşı can yakıcı darbeler vurmak suretiyle hedef ülkenin meşru yönetimini yıpratmak, güvenlik güçleri ve halkta yılgınlık, bezginlik, ümitsizlik, korku ve panik uyandırmak amaçlanıyor. Bu şekilde siyasi, ekonomik ve diplomatik olarak aciz bırakılmaya çalışılan hedef ülkede bu olayların adaletli bir yargılaması da yapılamazsa ülke halkı her açıdan içten veya dıştan gelebilecek sözde yardımlara olumlu bakmaya yönlendirilir. Bu ya içten gelen ve baştan beri oyunun kurucuları tarafından yönetilen/yönlendirilen askeri bir darbe veya farklı gerekçelerle ve değişik adlarla ülkeye girecek olan sözde barış/asayiş/koruyucu güçler olacaktır. Böylece hedef ülkeden elde edilmek istenenler bu yeni yapı ile yerli işbirlikçiler eliyle elde edilecektir.

Özet olarak yukarıda sıraladıklarımız bugün dünyada "terör" olarak adlandırılmaktadır. 

Terör örgütlerinin altyapısı ve işleyişinde en önemli katkı teknik anlamda "Beşinci Kol" olarak adlandırılan faaliyetlerdir.

"Delikli demir çıktı mertlik bozuldu" özdeyişinde ateşli silahların çıkmasıyla bilek bileğe mücadelenin silaha sahip olanın lehine namertçe bozulduğu ifade edilmişti atalarımız tarafından. Biz de bugün, 21. yüzyılda, terör örgütlerinin arkasına gizlenen dünyadaki bütün derin ve gizli güçlerin nasıl namertçe ve şeytani yöntemlerle dünyayı ve ülkemizi kana buladıklarını görüyor, devletlerin terör örgütleri eliyle gayrimeşru işleri nasıl namertçe çevirdiklerine tanıklık ediyoruz.

Dünyanın hiç bir yerinde terör olarak adlandırılacak bir olay veya terör örgütü olarak adlandırılacak bir yapı; 
- organizasyon, finansman, eğitim, silah-teçhizat ve eleman temini gibi konularda profesyonel yardım almadan ne örgüt olabilirler ne de eylem yapabilirler. 
- Bu profesyonel yardım elbette emperyal güçlerin istihbarat teşkilatları tarafından sağlanır. 
- Velev ki ideolojik altyapıları ve haklı gerekçeleri olan oluşumlar dahi olsa bu profesyonel yardıma mutlaka ihtiyaç duyacaklar ve ilgi alanındaki  bir veya birden çok istihbarat örgütünün kucağına oturacaklardır. 
- Sonrasında ilke ve amaçlar egemen güçlerin menfaatleri doğrultusunda revize edilerek kısa sürede büyütülen ve geliştirilen örgüt kontrolüne girdiği güçlerin amacına hizmet etmeye başlar.

Günümüzde dünyada çok güçlü devletlerin yanında onlardan daha da güçlü sermaye sahipleri/grupları vardır. Bu sermayedarların kimisi dünyadaki bir kaç ülkenin tamamından daha zengin ve dolayısıyla daha etkindir. Her biri; 
- güçlü bir sanayi üretimi,
- yeraltı kaynağı(petrol, gaz, maden),
- teknoloji,
- finans ve bankacılık
gibi çağın önemli güç ve egemenlik enstrümanları, satış ve dağıtım mekanizmaları ile bunlarla ilgili süreçleri ellerinde bulunduruyorlar. Bu sayede dünyanın güçlü devletlerini de arka planda bu sermaye sahiplerinin idare ettiğini söylesek çok yanılmış olmayız. 

Dolayısıyla böylesine büyük servet sahipleri devletleri, devletler istihbarat teşkilatlarını, istihbarat teşkilatları da kukla olarak terör örgütlerini kullanıyor günümüzde. Bu çarkı bilmezsek dünya ve Türkiye ile ilgili yaptığımız bütün tahlil ve yorumlarda yanılma ihtimalimiz çok yüksek olacaktır.


Bu bağlamda ülkemiz ve bölgemizdeki olaylara dönecek olursak;

1923'te kurulan Türkiye Cumhuriyeti yıllarca savaştığımız ülkeler tarafından 1924'te Lozan Antlaşması ile tanınarak uzun süren ağır savaş şartlarının yorgunluğu ile Misak-ı Milli sınırlarının çok gerisine ikna edilmek suretiyle  dünya siyasetinde yeni bir hüviyet kazanmıştı. Ancak bu antlaşma pek tabiidir ki düşmanların düşmanlıklarının bittiği anlamına gelmiyordu. 

Kim ne derse desin, bu bir hamaset değil, bir tesbit olarak söylemeliyiz ki; Batılıların Orta Doğu olarak adlandırdıkları bölgenin tarihi misyonunda egemen ve lider ülke Türkiye olarak belirgindir. Bölgede bağımsızlığını deyim yerindeyse kendi dişiyle tırnağıyla verdiği savaş neticesinde kazanmış yegane ülkedir Türkiye Cumhuriyeti. Bunu çok iyi bilen yirmi ve yirmibirinci yüzyılın dünya ölçeğindeki oyun kurucuları(egemen güçleri) Türkiye'nin bu tarihi misyonunun canlanmasını hiç bir zaman istemedikleri için ülkemiz ve bölgemiz üzerinde çok ince hesaplar ve sinsi oyunlar planlamışlardır.

Bu planlarını gerçekleştirmek için ülkemizi doğudan batıya, kuzeyden güneye çeşitli zamanlarda değişik vesilelerle sosyolojik, demografik, dini, kültürel, askeri vb her yönüyle etüd edip bu toprakların ve insanımızın her türlü hassasiyetini uygun zamanda ve yerde kullanmak üzere en ince detayına kadar tesbit etmişlerdir. Oynanacak olan istihbarat oyunları ve savaşlarındaki en önemli bilgi kaynağı böylece elde edilmiştir.

Aslında 27 Mayıs 1960 darbesinin öncesine kadar giden fakat belirgin olarak 1968 kuşağı ile başlayan bir süreç var geçmişte. 12 Eylül 1980 askeri darbesine kadar ülkemizde sağ-sol çatışmaları, yer yer Alevi-Sünni kışkırtması, temeli daha eskilere dayanan fakat yoğun olarak 1984'te başlayan PKK terör eylemlerinin yanı sıra bazı sözde dini yapılanmalar ve bunun karşısında katı laikçiler de kutuplaştırılan diğer taraflar olmuştur maalesef. 

Tüm bu saydıklarımız Türkiye'de potansiyel ayrıştırma-karıştırma alanları olarak modern dünyanın sömürgeci/emperyalist müstekbirleri tarafından ustaca kullanılmış ve kullanılmaya devam edilmektedir. 

Sağcı-solcu, ilerici-gerici, laik-şeriatçı, alevi-sünni, Türk-Kürt gibi etiketleme/ayrıştırma/saflaşmalar ülkeler ve toplumlar için tıpkı bünyeye giren bir virüs gibidir. 
Bünyenin en ufak bir zafiyetinde onu hasta eder, tedavisi gecikir ya da yanlış tedavi uygulanırsa ölüme götürür. 
Bu tür virüsleri Türkiye Cumhuriyeti topraklarında yayan istihbarat örgütleri ile yerli işbirlikçileri eskiden olduğu gibi bugün ve yarın da var olmaya devam edecektir.

Bu virüse karşı ve kamu yararı için hakkı ve adaleti savunmak, hoşgörü, itidal, kardeşlik en önemli hasletler olarak öne çıkmaktadır.

Bizim için bu oyunun içinde olmaktan kaçınma imkanı olmadığına göre huzur ve güvenliğimiz ile gelecek nesillerimiz için şiddeti kınarken başka bir kamplaşmaya, kutuplaşmaya veya çatışmaya sebep olacak beyanlardan kaçınılmalıdır. Zira terör örgütleri eliyle yapılmak istenen tam da budur. 

Medya ve özellikle de sosyal medya denilen istihbarat ordularının en çok kullandığı ortamlardaki bilgi kirliliği ve kasıtlı yönlendirmeler birinci derecede dikkat edilmesi gereken yerlerdir.

"Allah’a ve Elçisi'ne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir." (8.Enfal Suresi,46.ayet)

Peyami Bayram
05/01/2017
İstanbul













Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İstikamet ve istikamet açısı

Hürriyet Kasidesi Şiiri ve Çözümlemesi - Namık Kemal

EŞEK ve EŞEKLİK