Besmele, hamdele ve salvele...


Besmele, hamdele, salvele...

Şu bize öğretilen ve belletilen kalıpların, şablonların içinde kalan atalarımızın dinini bırakıp da bizimle konuşan bize doğrudan seslenen, bizi muhatap alan bu dünya ve ahiretin Rabbi olan Allah'ın apaçık dini olan İslam'a giremediğimiz sürece içinde bulunduğumuz çelişkilerden kurtulamayacağız anlaşılan.

Bu aslında o kadar zor değil benim anladığım kadarıyla.

Basitleştirmek ve sadeleştirmek gerektiğini düşünüyorum acizane.

Bu meyanda besmele, hamdele ve salvele işin özüdür sanırım.

Birincisi hiç şüphesiz BESMELE; 

Bismillahirrahmanirrahim
(Rahmeti sonsuz, merhameti sınırsız Allah'ın adıyla)

Besmelesiz olmamalı hiç bir şey. 
Allah'a rağmen yaşamamalı insan, Allah yokmuş gibi davranmamalı "müslümanım" veya Tanrı'ya inanıyorum diyen, "Allah nasıl olsa affeder" diye düşünmemeli. Tanrı'yı kendi kusurlarının daimi onarıcısı olarak görmemeli.
Her işi Allah adına ve Allah'ın adıyla yapmalı, etmeli, eylemeli, işlemeli.
Allahsızlık anlamsızlıktır, boşluktur, kaostur. 
Hakiki imanın gereği olan besmeleli olmak; 
İnsanın yaşamın her anında Allah'ı hatırlamasıdır. 
Her işi yaptığında Allah'ı unutarak, ihmal ederek değil Allah ile beraber yapmasıdır. 
Hayatının her alanında Allah'ı hissetmesidir. 

Allah'tan uzak(!) olan şeytana yakın olur, bunun arası yok maalesef, bu kadar net. 
Allah'ı hesaba katmayan nefsinin arzularını öne çıkarmıştır. 
Nefis helal dairede, yani Allah'ı hesaba katan çerçevede kaldığı sürece sıkıntı yok, ne zaman helal olmayan, yani gayrimeşru, yani Allah'a rağmen bir şeyler yapmaya başlarsa işte şeytanın yanına yanaşmış demektir. İşte bu besmelesizliktir.

Besmele her şeyine ve her anına Allah'ı şahit tutmaktır ve O'nun şahitliğini bildiğini ikrar etmektir. Bütün her şeye "Bismillahirrahmanirrahim" diyerek başlamanın esas anlamı budur. Böyle davranan mü'min Allah'ın gören gözü, işiten kulağı, tutan eli ve söyleyen dili olur.

Haşiye: Her işe başlarken diliyle besmele çekmek değil kalbiyle, gönlüyle, zihniyle besmeleye yaraşır iş yapmaktır aslolan.

İkincisi HAMDELE;
 
Elhamdulillahirabbulalemin
(Bütün övgüler, yüceltmeler yalnızca rahmeti sonsuz, merhameti sınırsız Allah'a aittir, zira görünür görünmez, bilinen bilinmeyen, bu hayatın ve bundan sonraki hayatın da tek sahibi ve düzenleyicisi olan Allah'tır.)

Bütün övgüler yalnızca Allah'a hasredilmeli. 
Övgünün en zirvesi ancak Allah'a yöneltilmeli.
Bir mü'min Allah'tan başkalarına Allah'a yakın veya O'nu aşan övgü dizmeyi aklından bile geçirmemeli.
Zira yaratmanın faili aslisi şüphesiz Allah azze ve celledir; O ol demeden hiç bir şey olamaz. 
Allah'tan gayrısına yapılan aşırı övgülemeler tevhidi zedeler. 

Yaratılmışlara ancak şükür ifade edilir, kullara teşekkür eden bu vesileyle Allah'a da şükür etmiştir, zira şükrün asıl varacağı hakiki makam yine Rahmeti sonsuz merhametlilerin en merhametlisi olan Allah'tır. 
"Elhamdulillahirabbulalemin" dediğinde övgüye layık olanın sadece alemlerin Rabbi Allah olduğunu ifade eden bir mü'min nasıl Allah'tan başkasına pereştiş eder, başkasından her hangi bir konuda yardım talebinde bulunabilir? 
Şanı yüce Allah mü'min kuluna yetmez mi?
Yüceler yücesi bir yaratıcıya gönülden bağlanan insandan daha güçlü bir varlık olamaz haddizatında. Bir mü'min bu gücü hissedemiyorsa inandığı her şeyi bir daha sorgulaması gerekmez mi?

Haşiye: İnsan içten gelen övgülerle gönül bağladığının kuludur.

Üçüncüsü ise SALVELE;

Allahümme salli ala seyyidina Muhammed
(Allah'ım olanca desteğimiz sevgili/saygıdeğer Muhammed peygamber ve O'nun şahsında tüm resullere olsun)

Rabbimiz'in vahyini bize ulaştıran insanlık ailesinin muazzez önderleri olan elçilerine bağlılığın ifadesi, onları anma ve yad etme sadedinden salavattır. 
Bunun sadece lafzi bir tekerleme olmadığını belirtmeden geçmemeliyiz. Zira tespihlerle, zikirmatiklerle sayısal değerlere dönüştürülen, tekerleme gibi tekrar edilen sözlerin hayata ne kat(ma)dığını hep birlikte görüyoruz maalesef.

O resuller ki hayatlarını tebliğ ettiklerine şahit kılmış, insanlığa ötelerden kapılar aralamış güzide birer insan oldukları halde maalesef sonraki takipçileri tarafından insanüstüleştirilerek hayattan uzaklaştırılmışlardır. İşte bu noktada bize düşen o seçkin kulları, yani onların getirdiği ve bizzat yaşayarak öğrettiği ilkeleri olması gerektiği şekilde ruhunu/özünü hayatın içine aktarmak, yani yaşamak. Bu maksatla da onları ve hassaten de o halkanın son temsilcisi olan Hz. Muhammed'i gerektiği gibi anmak. Ona destek olmak(salat etmek), yani davasına sahip çıkmak, onun gibi olmak, yani onun yolunda olmak. Kısacası bizim memleketin tabiriyle "kuru kuru gadan alayım, takır takır kurban olayım" demeden, pazarlıksız ve içten, sözde değil özde Muhammedî olmak.

Haşiye: Allah'tan gelen ilke ve düsturları bize bizzat örnek yaşantısıyla bildiren bir önder/peygamberin izinde olduğunu iddia edenler "O yaşasaydı bu durumda ne yapardı?" sorusunun cevabına göre hareket etmeli her zaman. Bunun için de elbette peygamberin getirdiği ilke ve düsturları ihtiva eden Kur'an-ı Kerim ile Kur'an'ı bilfiil yaşayarak insanlığa iz bırakan peygamberin örnek hayatını iyi bilmek şarttır. Ancak bu yolla zaman ve mekanlar üstü ilkeler anlaşılıp günlük hayatın içine raptedilebilir. Yoksa şekillerden ibaret, hakiki misyonu ve içi boş(altılmış) bir peygamber tasviri ile kurumsal hale getirilerek piramidal bir teşkilatın sömürülmeye müsait en alt tabakasında yerini almaya gönüllü olur insan.

İşte benim sade ve net anladığım budur. 
Hepimize sabırla bu yolda olmayı, 
sebatla bu yolda durmayı 
ve hakiki imanla bu yolda ölmeyi nasip etmesi için Rabbimize duacıyım.

Peyami Bayram
19/11/2015, İstanbul
Düzenleme: 25 Nisan 2023, İstanbul

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İstikamet ve istikamet açısı

Hürriyet Kasidesi Şiiri ve Çözümlemesi - Namık Kemal

EŞEK ve EŞEKLİK