Küçük Ağrı Dağı'nın Büyük Yürekli İnsanları



1992 bütün Türkiye'de olduğu gibi Ağrı-Doğubeyazıt bölgesinde de terör açısından çok çetin bir yıldı. Küçük Ağrı ile Tendürek Dağları arasındaki sorumluluk bölgemizde her gün mülteci, kaçakçı ve/veya teröristlerce hudut ihlalleri olmakta, bunlarla temas sağlanması durumunda da çatışma oluyordu. Haliyle kaçakçılık bu bölgede sınıra çok yakın köy ve mezralarda yaşayan vatandaşların çoğunlukla ana geçim kaynağı durumunda idi. Ancak bu meyanda bölgenin iklim ve arazi şartlarının tarıma elverişli olmadığını, kısmen hayvancılık yapılabildiğini belirtmekte de fayda var. Her zaman ve her yerde olduğu gibi insanlar kolay yoldan çok para kazanmayı tercih etmişlerdi. Aslında çok da kolay sayılmazdı. Bir gece çoğunlukla boş olarak İran tarafına geçip ertesi gün veya bir kaç gün sonra mal yüklü olarak hayvanlarla veya yaya olarak tekrar Türkiye topraklarına geçiş yapmak aslında hayati riski çok yüksek olan bir hareketti. Bu riski azaltmak için rüşvet çok iyi bir sigorta olmuştu ama bu başka bir yazının konusu olacağı için o konuyu burada bırakalım. Bizim kolluk/güvenlik kuvveti olarak oradaki vazifemiz hudut güvenliğinin yanında vatandaşımızın can ve mal güvenliğini de sağlamaktı. Evet vatana ve vatandaşa hizmet etmenin gerçekten çok hassas dengeleri gözetmekle mümkün olabildiğini ben oradaki görevim esnasında çok daha iyi anladım.

Hudutta birinci derece askeri yasak bölge olarak tabir edilen ve sivil vatandaşın girmesinin yasak olduğu bölgede huduta paralel iki yüz metre boyunca gündüz gözetleme ve devriye, gece ise pusu görevini yürüten personelimiz bazen başıboş gezen büyük veya küçük baş hayvan ile at ve katır bulurlardı. Bu hayvanlar Bölük merkezindeki ahırımızda koruma altına alınırdı. Sahibinin İran tarafında olması halinde bir takım hudut protokol görüşmeleri ile ancak teslim edilebilmekteydi. Sahibi bizim vatandaşımız olması halinde ise vatandaşlar doğrudan bizim Bölük merkezimize gelerek talepte bulunmakta idiler.

Bir gün Bölük merkezine gelen bir vatandaşın benimle görüşmek istediğini ilettiler. Ben genellikle öncelikle Bölük Astsubayı veya Karakol Komutanı ile görüşmelerini onlarla çözemedikleri bir mesele olursa görüşmeyi tercih ediyordum. Bu vatandaşımız ısrarla direkt benimle görüşmek istemiş, diğer arkadaşlara hiç bir şey söylememiş. Buyur ettik. Yaşlı, beyaz sakallı, temiz yüzlü bir hacı amcaydı. Kendisiyle selamlaştık, tanışma ve hal hatır sualinden sonra bana "komutanım, benim buraya geldiğimi ve seninle konuştuğumu sakın kimseye söylemeyesin" dedi. Ben endişe etmemesini söyledimse de o ısrarla benim yemin etmemi istedi ve hatta o esnada masamın üzerinde duran Kur'an-ı Kerim'i görünce "işte buna el basıp yemin edersen konuşurum" dedi. Ben de dediğini yaptım bu hacı amcamızın. Kendisi Küçük Ağrı Dağı eteklerindeki 14-16 haneli bir mezradan gelmişti, bu mezra çok kayalıklı bir bölge, bizim .... Hudut Karakolumuz'a yakın, suyu ve elektriği olmayan küçükbaş hayvan yetiştirilen çok fakir bir yerleşim yeri idi. En yakın su kaynağı 6-7 km uzaklıkta, bu mesafenin devasa volkanik kayaların bulunduğu leçelik arazide ne kadar zahmetli bir yol olacağını oraları görmeyenin tahmin etmesi çok zor. Hacı amcanın su taşımada kullandığı üç tane atı bir haftadan fazla süredir bizde imiş onları almak istermiş fakat bölüğe gelmekten çekindiği için fırsat bulup dikkat çekmeden gelememiş. Şimdi bütün o kendisince tehlikeyi göze alarak gelmiş, nizamiyeden içeri girerken bile etrafta kimse olmadığı bir anı kollamış. O'nun evi ve ailesi teröristlerin her an her türlü baskı ve zulmüne maruz kalabilecek bir yerde olduğundan askerle görüşmek onlar için çok riskli oluyordu. Eğer örgüt onların herhangi bir şekilde askerle temasını bilirse "kontra" damgasını yemiş olurdu ve bu da onların infazına sebepti. Kendisini böyle ciddi tehlike altında gördüğü için Bölük Astsubayı ve Karakol Komutanı ile değil direkt benimle görüşmek istemişti ve yemin verdirerek kendini tanıtıp, derdini anlatmaya başlamıştı. Şimdi bu hayvanları almak istiyordu fakat bir yandan da çok samimi bir şekilde "komutanım biliyorum sizin de karakolda suyunuz yoktur, eğer bu hayvanlar size lazımsa vallahi istemem, benim askerime feda olsun" diyordu bu gönlü geniş, yüreği iman dolu Kürt vatandaşım.

Çay ikramımız ve samimi sohbetimizle Hacı amcamızın lal olan dili çözülmeye başladı. Aman ne dertleri varmış, ne çözümler bulmuş dinledikçe duygulandım ve bir o kadar da hayran kaldım bizim insanımızın imanına, vatan sevgisine.

Bu güzel yürekli insan bütün zor şartlara ve imkansızlıklara rağmen 30-40 koyun besleyerek 7 erkek evlat yetiştirmiş ve bir de hacca gitmiş iyi mi?

Örgüt sürekli baskı yapmış çocuklarını örgüte vermesi için, o hep yaşlılığını, fakirliğini ve çocuklarının yanında çalışması gerektiğini, hayvanlara tek başına bakamayacağını söyleyerek onları atlatmış. Oğlu askere gitmiş; örgüte; "oğlum İstanbul'da iş buldu, çalışmaya gitti" demiş, izinli geldiğinde ise oğlunu Doğubeyazıt'ta otelde yatırmış, görürlerse asker olduğunu anlarlar diye. Kendisi hacca gideceği zaman örgüt duymuş ve gelmiş ona "biz sizin için burada cihad ediyoruz, senin haccından daha önemli, hac paranı bize vereceksin" demişler. Onlara da "hayır hacca gitmiyorum, siz yanlış duymuşsunuz, hastaneye yatacağım, ameliyat olacağım" demiş. Sadece bu hac konusunda yalan söylediği için çok üzgün, "inşallah Rabbim affeder" diyordu.

Sonunda tekrar tekrar atların bize lazım olması halinde bırakacağını ısrarla söyledi. Ben de bizim onun atlarına değil, bu güzel gönlüne ve dualarına ihtiyacımız olduğunu söyledim. Atlarını alıp usulca uzaklaştı, ben de arkasından öylece baktım.

İşte böyle güzel gönüllü, yüreği Ağrı Dağı kadar büyük benim yurdumun samimi imanlı insanlarının.

Peyami Bayram
18/09/2015
İstanbul




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İstikamet ve istikamet açısı

Hürriyet Kasidesi Şiiri ve Çözümlemesi - Namık Kemal

EŞEK ve EŞEKLİK