Eduard Kaukin
Seyahat ettiğim eski Doğu Bloku veya Sovyetler Birliği
ülkelerinde sosyalist rejim zamanında yaşamış, o yıllarda öğrenim görmüş,
herhangi bir işte çalışmış, şimdi serbest kapitalist dönemde de yaşayan
insanlarla karşılaştığımda onlarla tanışmak benim için büyük bir zevk ve
düşünce dünyam açısından da önemli bir kazanç oluyor. Yaşayan tarih diyebileceğim
bu insanlar aslında günümüz dünyasını anlama, insanı, toplumları ve yönetim
sistemlerini tanıma, sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel ve manevi/ruhi farklılık ve
benzerlikleri yerinde ve canlı şahitlerle gözlemleme fırsatı sunuyorlar.
İşte Eduard Gaukin de en son seyahatimde Kazakistan'ın
Almatı şehrinde tanıdığım bir insan.
Göğsünde gururla taşıdığı Sovyet madalyaları ile adeta
kişisel tercihini de ilan eden bir hali vardı.
1934 Ukrayna doğumlu.
Dedeleri Tarafından Fin kökenli.
8 Yaşında iken ailesi ile birlikte Stalin tarafından
Polonya'ya sürgün edilmiş.
Oradan da Almanya'ya toplama kampına gönderilmiş.
Almanya'da 2 yıl fabrikada çalıştırılmış.
Oradayken Alman askerleri için her ay bir litre kanlarını
almışlar. Bu yüzden gelişim çağında ve bedenen çalışan bir çocuk olarak bünyesi
çok zayıf kalmış ve uzun zaman kilo alamamış.
İkinci Dünya Savaşı'nın bitmesinden sonra da Almanya'dan Kazakistan'a gönderilmişler. Burada Sovyet rejiminde tahsilini
tamamlamış.
Kazakistan'da otuz yıl bir fabrikada tekniker olarak
çalışmış. Yirmi yıla yakın voleybol oynamış.
Bu hafta evliliğinin ellinci yıldönümünü kutluyor. Torun
ve torun çocukları var.
İki kez kalp krizi geçirmiş. Şeker hastası. Muhtemelen
şekere bağlı görme sorunu var. Bastonla yürüyebiliyor.
Bu şekilde tanıştığım bütün eski sosyalist ülke vatandaşı
olan özellikle emeklilik çağında olan ve İkinci Dünya Savaşı'nı görmüş olan
insanlarda gözlemlediğim ilk ve en önemli şey derin bir hüzün diyebilirim.
Onların gözlerinde ıssız bir feryat, çaresiz bir teslimiyet, ümitsiz bir bakış
ve derin bir güven arayışı ile elbette sevgi ve ilgiye muhtaçlık gördüm.
Bunların bir kısmı belki bütün yaşlı insanlarda görülebilir ancak iki farklı
dünyayı da yaşamış bu insanların durumu gerçekten çok değişik.
Düşünsenize uzun yıllar kapalı bir sistemde yaşamış; bir
insan olarak maddi ihtiyaçları her yönüyle yeter miktarda da olsa kimseye
muhtaç olmayacak şekilde karşılanmış bu insanlar birdenbire arkasındaki bütün
destekleri ortadan kaldırılarak iş, konut, eğitim, sağlık, güvenlik, adalet
gibi insanın temel ihtiyaçlarının bile parayla çözüldüğü bir sistemin ortasında
yapayalnız bırakılmışlar.
Sovyet zamanında herşeyimiz vardı; çok iyi bir eğitim,
konut, iş, sağlık, güvenlik, adalet gibi konular halkın hiç dert etmeyeceği
konulardı diyor o nesil. Çünkü devlet bunları herkes için en uygun şartlarda
sağlıyordu.
Şimdi 6000 Tenge maaş alıyor ve 6000 de sürgünden dolayı
alıyor. Yaklaşık toplamda 60 USD. Bunun ne anlama geldiğini izah etmek için
kısa bir bilgi; Almatı'da en düşük ev kirası 800 dolar civarında, bir ekmek
yaklaşık yarım dolar.
Bunca yaşadıklarından sonra hayatında onu mutlu eden
neler yaşadığını sorduğumda Sovyet dönemindeki rahat ve huzurunu söyledi. Şimdi
herşeyin sona erdiğini ve hiç bir şeyin onu huzura erdirmediğini anlattı.
Sadece cebinden çıkarıp fotoğrafını gösterdiği torunlarının varlığının onu
mutlu ettiğini anladım. Sanırım bu onun neslinin devamı olmasından ötürü ona
bambaşka bir ebedîlik duygusu veriyordu.
"Biz bundan sonra da bir hayat olduğuna
inanıyoruz" dediğimde inanmaz bir şekilde karşılık vererek "varsa da
hayatın çoğu burada" diye karşılık verdi.
Sosyalizmin maneviyatsızlığından kapitalizmin acımasızlığına savrulan bir insanın portresini daha böylece görmüş oldum.
Sosyalizmin maneviyatsızlığından kapitalizmin acımasızlığına savrulan bir insanın portresini daha böylece görmüş oldum.
Yorumlar
Yorum Gönder
Lütfen yorumlarınızda isminizi belirtiniz. Teşekkürler.