Çığ
Çığ
1992 yılında Küçük Ağrı Dağı'nın eteklerinden başlayıp Tendürek Dağı eteklerinde kadar Türkiye-İran sınırında 11 karakol ile hudut güvenliğini sağlamakla görevli birliğin komutanı olarak bulunuyordum. Bu karakolların yolları çoğu yerde stablize bile değil, ulaşım askeri araçlarla çok güç ve yorucu, kış aylarında ise büyük bir mücadele istiyordu. Bu karakollardan altısında elektrik, bunların dördünde ise su dahi yoktu. Kış ayları yaklaşırken bağlı olduğumuz üst birlik komutanımız general ile birlikte karakolların üzerinde helikopterle bir keşif uçuşu yaptık. Bu uçuş esnasında komutan bana hem ulaşımı güç hem de elektrik ve suyu olmayan karakolları göstererek bunları kış aylarında kapatmak istediğini söyledi. Bölgenin sorumlusu olarak da benim fikrimi sordu. Bölgedeki ulaşım, muhabere, muharebe destek ve lojistik konularında en fazla güçlükleri yaşayan bizzat bizim birliğimiz olduğu halde komutana bu karakolların kapatılmasının doğru olmayacağını anlattım. Bölgedeki terörist ve kaçakçıların geçiş yollarını da havadan göstererek karakolların kapatılması durumunda buralardaki sınır güvenliği için devriye çıkarılması gerekeceğini konuştuk. Bu görüşmemizden kısa bir süre sonra, kış başlarken yazılı bir emirle söz konusu karakollar kapatıldı. Hudut güvenliği boşluk kabul etmeyeceği için bölgenin sorumlusu olarak bu durumda gerekli önlemleri almak da bize düştü. Kapanan karakol bölgelerinin sınır güvenliğini mevcut karakolların personeliyle devriye hizmeti sayesinde sağladık.
Kış şartları gittikçe ağırlaşıyordu ve biz de nöbet ve devriye hizmetlerini hava ve arazi durumuna göre günlük olarak, hatta saatlik duruma göre yeniden düzenliyorduk. Fakat her ne olursa olsun askerliğin genel kuralları ve özellikle hudut görevinin hassasiyeti nedeniyle hiçbir noktada nöbet ve devriye hizmetinin aksatılması söz konusu bile olamazdı. Sadece görevlerin süresi, kişi sayısı ve yeri gibi konularda değişiklik yapıyorduk.
Sanırım 1993 yılının Ocak ayıydı. Kar yağışları nedeniyle nöbet süreleri yarım saate kadar inmişti, devriye hizmetleri de minimum seviyede yapılmaktaydı. Bir gün sabah saatlerinde güneybatı yönünde kapatılan bir karakol bölgesinde devriye görevindeki bir timimizin yolun üstünden gelen çığ ile beraber dere yatağına doğru çığ ile beraber sürüklendikleri yarıdan fazlasının kendi imkanları ile çıktığı fakat diğerlerinin kar altında kaldıklarını bildirdi karakol komutanı. Bunun üzerine merkezdeki kendi takviye kuvvetimizle beraber derhal yola çıkarken üst birliğe de haber vererek takviye birlik ve sağlık ekibi istedim. Olay yerine yarım saatten kısa bir sürede ulaştık. Biz vardığımızda çığ altından çıkan bir askerin donmak üzere olduğunu müşahede ettim, derhal gelen sağlık ekibine teslim ettik ama doktor kurtarılamadığını söyledi. Dere yatağındaki kar yığını altında kalan mehmetçikleri düşündükçe insanı ürkütüyordu. Fakat vakit de hızla akıp gitmekteydi. Bir şehidimiz vardı, bir de karın altında kurtarılmayı bekleyen Mehmetçik. Yaklaşık otuz kişi ile belki bir dönümlük eğimli bir arazide dereye doğru yığılmış yüksekliği iki metreyi aşan karın altındaki canımızı kurtarmak için canhıraş uğraşıyor ve maalesef ona ulaşamıyorduk.
Olayın üzerinden 5-6 saat geçmişti ve biz hala o kardeşimize ulaşamamıştık. Kış günü hava erken kararıyordu. Karanlık olmadan kar altındaki askerimize ulaşmak için bütün imkanlarımızı sonuna kadar zorluyorduk. Herkes o soğukta sırılsıklam ter olmuştu. Biz bu haldeyken komutan general olay yerine geldi. Bir süre bizi izledi. Artık hava kararmıştı ve olayın üzerinden de 7 saatten fazla geçmişti. Komutan "artık hava karardı, çığ altındaki askerin de sağ kurtulması mümkün değil, üstelik buradaki birliğin de güvenliğini riske atamayız, askerlerini topla birliğe dönelim" dedi. Askerleri toplayınca komutan onlara kısa bir konuşma yaptı ve "askerlik mesleğinin kutsallığını, hudut beklemenin şerefini, bu zor şartlarda görev yapmanın ne kadar cesaret ve fedakarlık gerektirdiğini, hepsinin birer kahraman olduğunu ve şehitlerin en yüce makama çıktıklarını" anlatan oldukça duygusal ve dokunaklı bir konuşma yaptı. Sonra benim birliğime geleceğini söyledi ve araçlarımıza binerek bizim merkez karakolumuza gittik. Burada benim odama girdik ve kapıyı kapatarak bana oldukça öfkeli bve sert bir şekilde çıkışarak yüksek sesle "sen deli misin, bu kışta kıyamette ne diye oralara devriye çıkarırsın, ben şimdi Ankara'ya ne hesap vereceğim, derhal o devriyeleri iptal et" dedi. Ben de "kapatılan karakollardan boşalan hudutu başka türlü kontrol imkanımızın olmadığını, bu devriyeleri devam ettirmek durumunda olduğumu" beyan ettim. O da "sen çıldırdın mı bütün herkesi öldürecek misin?" tarzında birşeyler söyledi, ben de "ben dahil hepimiz şehit oluncaya kadar bu hudut görevi aksamadan devam eder, sonra yerimize yenileri gelir" şeklinde karşılık verdim. Bu gerilimli konuşmanın ardından "emrediyorum bu hudut devriyelerini kar kalkıncaya kadar iptal edeceksin!" diye kat'i bir emirle konuyu kendince kapatıp kapıya yöneldi. Ben de "komutanım sizden bu konuda yazılı emir gelinceye kadar bu görev devam edecektir, arz ederim" dedim. Aracına binmeden yine "sen şimdi dediğimi yap, ben yazılı emri de gönderirim" dedi ve birliğimizden ayrıldı.
Ertesi gün hava audınlandığında mayın arama dedektörleri ile kar altındaki mehmetçiğimizi aramaya kaldığımız yerden devam ettik. Öğlen olmadan onun da cansız bedenine ulaştık.
Bir sonraki gün karargahtan kurmay başkanı arayıp devriye çıkıp çıkmadığını sordu. Aynen devam ettiğimizi söyledim. Komutanın emir verdiğini niçin emre uymadığımı sordu, ben de yazılı emir beklediğimi söyledim. Daha sonraki gün tekrar arayıp aynı konuyu bir daha sordu, bu kez "yazılı emir verilmeyecekse ben hudut mesajı çekerek kapatılan karakollardan boş kalan şükür şu hudut taşları arasındaki devriye hizmetleri komutan generalin şifahi emriyle şu saatten itibaren iptal edilmiştir yazacağım" dediğimde karşımdakinin tavrı değişti ve geri adım attı. Bu konu da orada öylece kapandı. Üst komutanlıktan bir daha bu konuda arayan olmadı ve devriye görevleri de aynı şekilde devam ettirildi.
Tekrar şehitlerimize Allah'tan rahmet diliyorum.
Peyami Bayram
6 Şubat 2020
İstanbul
1992 yılında Küçük Ağrı Dağı'nın eteklerinden başlayıp Tendürek Dağı eteklerinde kadar Türkiye-İran sınırında 11 karakol ile hudut güvenliğini sağlamakla görevli birliğin komutanı olarak bulunuyordum. Bu karakolların yolları çoğu yerde stablize bile değil, ulaşım askeri araçlarla çok güç ve yorucu, kış aylarında ise büyük bir mücadele istiyordu. Bu karakollardan altısında elektrik, bunların dördünde ise su dahi yoktu. Kış ayları yaklaşırken bağlı olduğumuz üst birlik komutanımız general ile birlikte karakolların üzerinde helikopterle bir keşif uçuşu yaptık. Bu uçuş esnasında komutan bana hem ulaşımı güç hem de elektrik ve suyu olmayan karakolları göstererek bunları kış aylarında kapatmak istediğini söyledi. Bölgenin sorumlusu olarak da benim fikrimi sordu. Bölgedeki ulaşım, muhabere, muharebe destek ve lojistik konularında en fazla güçlükleri yaşayan bizzat bizim birliğimiz olduğu halde komutana bu karakolların kapatılmasının doğru olmayacağını anlattım. Bölgedeki terörist ve kaçakçıların geçiş yollarını da havadan göstererek karakolların kapatılması durumunda buralardaki sınır güvenliği için devriye çıkarılması gerekeceğini konuştuk. Bu görüşmemizden kısa bir süre sonra, kış başlarken yazılı bir emirle söz konusu karakollar kapatıldı. Hudut güvenliği boşluk kabul etmeyeceği için bölgenin sorumlusu olarak bu durumda gerekli önlemleri almak da bize düştü. Kapanan karakol bölgelerinin sınır güvenliğini mevcut karakolların personeliyle devriye hizmeti sayesinde sağladık.
Kış şartları gittikçe ağırlaşıyordu ve biz de nöbet ve devriye hizmetlerini hava ve arazi durumuna göre günlük olarak, hatta saatlik duruma göre yeniden düzenliyorduk. Fakat her ne olursa olsun askerliğin genel kuralları ve özellikle hudut görevinin hassasiyeti nedeniyle hiçbir noktada nöbet ve devriye hizmetinin aksatılması söz konusu bile olamazdı. Sadece görevlerin süresi, kişi sayısı ve yeri gibi konularda değişiklik yapıyorduk.
Sanırım 1993 yılının Ocak ayıydı. Kar yağışları nedeniyle nöbet süreleri yarım saate kadar inmişti, devriye hizmetleri de minimum seviyede yapılmaktaydı. Bir gün sabah saatlerinde güneybatı yönünde kapatılan bir karakol bölgesinde devriye görevindeki bir timimizin yolun üstünden gelen çığ ile beraber dere yatağına doğru çığ ile beraber sürüklendikleri yarıdan fazlasının kendi imkanları ile çıktığı fakat diğerlerinin kar altında kaldıklarını bildirdi karakol komutanı. Bunun üzerine merkezdeki kendi takviye kuvvetimizle beraber derhal yola çıkarken üst birliğe de haber vererek takviye birlik ve sağlık ekibi istedim. Olay yerine yarım saatten kısa bir sürede ulaştık. Biz vardığımızda çığ altından çıkan bir askerin donmak üzere olduğunu müşahede ettim, derhal gelen sağlık ekibine teslim ettik ama doktor kurtarılamadığını söyledi. Dere yatağındaki kar yığını altında kalan mehmetçikleri düşündükçe insanı ürkütüyordu. Fakat vakit de hızla akıp gitmekteydi. Bir şehidimiz vardı, bir de karın altında kurtarılmayı bekleyen Mehmetçik. Yaklaşık otuz kişi ile belki bir dönümlük eğimli bir arazide dereye doğru yığılmış yüksekliği iki metreyi aşan karın altındaki canımızı kurtarmak için canhıraş uğraşıyor ve maalesef ona ulaşamıyorduk.
Olayın üzerinden 5-6 saat geçmişti ve biz hala o kardeşimize ulaşamamıştık. Kış günü hava erken kararıyordu. Karanlık olmadan kar altındaki askerimize ulaşmak için bütün imkanlarımızı sonuna kadar zorluyorduk. Herkes o soğukta sırılsıklam ter olmuştu. Biz bu haldeyken komutan general olay yerine geldi. Bir süre bizi izledi. Artık hava kararmıştı ve olayın üzerinden de 7 saatten fazla geçmişti. Komutan "artık hava karardı, çığ altındaki askerin de sağ kurtulması mümkün değil, üstelik buradaki birliğin de güvenliğini riske atamayız, askerlerini topla birliğe dönelim" dedi. Askerleri toplayınca komutan onlara kısa bir konuşma yaptı ve "askerlik mesleğinin kutsallığını, hudut beklemenin şerefini, bu zor şartlarda görev yapmanın ne kadar cesaret ve fedakarlık gerektirdiğini, hepsinin birer kahraman olduğunu ve şehitlerin en yüce makama çıktıklarını" anlatan oldukça duygusal ve dokunaklı bir konuşma yaptı. Sonra benim birliğime geleceğini söyledi ve araçlarımıza binerek bizim merkez karakolumuza gittik. Burada benim odama girdik ve kapıyı kapatarak bana oldukça öfkeli bve sert bir şekilde çıkışarak yüksek sesle "sen deli misin, bu kışta kıyamette ne diye oralara devriye çıkarırsın, ben şimdi Ankara'ya ne hesap vereceğim, derhal o devriyeleri iptal et" dedi. Ben de "kapatılan karakollardan boşalan hudutu başka türlü kontrol imkanımızın olmadığını, bu devriyeleri devam ettirmek durumunda olduğumu" beyan ettim. O da "sen çıldırdın mı bütün herkesi öldürecek misin?" tarzında birşeyler söyledi, ben de "ben dahil hepimiz şehit oluncaya kadar bu hudut görevi aksamadan devam eder, sonra yerimize yenileri gelir" şeklinde karşılık verdim. Bu gerilimli konuşmanın ardından "emrediyorum bu hudut devriyelerini kar kalkıncaya kadar iptal edeceksin!" diye kat'i bir emirle konuyu kendince kapatıp kapıya yöneldi. Ben de "komutanım sizden bu konuda yazılı emir gelinceye kadar bu görev devam edecektir, arz ederim" dedim. Aracına binmeden yine "sen şimdi dediğimi yap, ben yazılı emri de gönderirim" dedi ve birliğimizden ayrıldı.
Ertesi gün hava audınlandığında mayın arama dedektörleri ile kar altındaki mehmetçiğimizi aramaya kaldığımız yerden devam ettik. Öğlen olmadan onun da cansız bedenine ulaştık.
Bir sonraki gün karargahtan kurmay başkanı arayıp devriye çıkıp çıkmadığını sordu. Aynen devam ettiğimizi söyledim. Komutanın emir verdiğini niçin emre uymadığımı sordu, ben de yazılı emir beklediğimi söyledim. Daha sonraki gün tekrar arayıp aynı konuyu bir daha sordu, bu kez "yazılı emir verilmeyecekse ben hudut mesajı çekerek kapatılan karakollardan boş kalan şükür şu hudut taşları arasındaki devriye hizmetleri komutan generalin şifahi emriyle şu saatten itibaren iptal edilmiştir yazacağım" dediğimde karşımdakinin tavrı değişti ve geri adım attı. Bu konu da orada öylece kapandı. Üst komutanlıktan bir daha bu konuda arayan olmadı ve devriye görevleri de aynı şekilde devam ettirildi.
Tekrar şehitlerimize Allah'tan rahmet diliyorum.
Peyami Bayram
6 Şubat 2020
İstanbul
Yorumlar
Yorum Gönder
Lütfen yorumlarınızda isminizi belirtiniz. Teşekkürler.